BATI TRAKYA'NIN FETHİ :
1363 yılında Lala Şahin Paşa tarafından Edirne fethedildikten sonra, I. Murat, Dimetoka'yı geçici olarak merkez yaptı. 1364'de, Gazi Evrenos Bey Gümülcine'yi, Lala Şahin Paşa Filibe'yi aldı. Bu fetihlerden sonra I. Murat'ın Anadolu'ya gitmesini fırsat bilen Macar Kralı, topladığı haçlı kuvvetleriyle Edirne üzerine yürüdü. Edirne kuzeybatısında Hacı İlbey'in gece baskınına uğrayarak imha edildiler ve Türk tarihine Sırp Sındığı Zaferini (1364) kazandırdılar. I. Murat 1365'de tekrar Rumeliye geçti ve Dimetoka'ya yerleşti. Edirne'de yapımına başlanan sarayın bitimine kadar burada kaldı. Ayrıca Dimetoka'da da küçük bir saray yaptırdığı bazı kaynaklarda (1) yer almaktadır. Edirne'nin 1368'de başkent olduğu hatırlanırsa, Dimetoka, 1363'den 1368'e kadar yaklaşık beş sene, Bursa'nın yanı sıra, Osmanlı Devletinin geçici (yedek) başkenti olmuş demektir.
Türklerin Batı Trakya'nın tamamını ele geçirmeleri ve bölgede tam hakimiyet kurmaları ÇİRMEN ZAFERİ ile olmuştur. Türkleri Avrupa'dan çıkarmak için düzenlenen seferlerden birini de Sırp Kralı hazırladı ve Edirne üzerine yürüdü. Türk kuvvetleriyle Çirmen'de karşılaştı ve 26 Eylül 1371'de büyük bir bozguna uğradı. Bu Çirmen zaferi, Türklere Makedonya kapılarını açmış ve Makedonya mukavemetini kökünden kazımış oldu. Aynı yıl içinde İskeçe, Kavala, Drama ve Serez bölgeleri ele geçirildi (2) ve Batı Trakya'nın fethi tamamlandı.
Fetihler sonrasında Anadolu'dan Türk aileleri getirilerek bölge Türkleştirildi.
1828 - 1829 OSMANLI - RUS SAVAŞ'I
Osmanlı Devletinin kuruluşu ve genişlemesi sıralarında Osmanlı Ordularının çıkış arazisi olan Trakya, 19 ncu Y.Y. içerisinde; Osmanlı sınırlarının Tuna boylarından güneye doğru gerilemesi karşısında; Türk'ün Avrupa'da kalması veya kalmaması konusunda, karar bölgesi hüviyeti kazanmıştı.
1828 - 1829 Savaş'ında Ruslar, Savaş'ın ikinci yılında, 44 gün kahramanca savunan Silistre kalesinin düşmesinden sonra (30 Haz. 1829); Balkan Dağlarını geçmeye, Varna - Burgaz - Aydos istikametinden ilerleyerek Edirne'yi muharebesiz işgale (22 Ağustos 1829) muvaffak oldular. Savaş sonunda Osmanlı Devleti; Kaynarca'dan sonra kabul ettiği en ağır andlaşma olan; Edirne Andlaşması'nı (14 Eylül 1829) imzalamak zorunda kaldı. Bu andlaşmayla Yunanistan'a bağımsızlık verildi, Sırbistan ve Eflak-Boğdan'a verilen özerklikler genişletildi. Böylece Balkanlarda, Makedonya ve Batı Trakya'da; günümüze kadar sürüp gelen mücadelelerin temeli atılmış ve böylece konumuz olan Batı Trakya meselesi tarih sahnesine çıkmış oldu.
1877 - 1878 OSMANLI - RUS SAVAŞ'I SONRASI
Osmanlı Devleti bu savaşta, Rus ve Romen kuvvetlerine yenildi. Rus kuvvetlerinin ileri unsurları 22 Ekim 1877'de Edirne'yi işgal etti. 2. Abdülhamit, Rusları mümkün olduğu kadar uzakta durdurmak maksadıyla, Ruslarla Edirne'de, barış esaslarını tespit eden, bir mütareke imza ettirdi. Bu mütareke ile ateş kesilmiş ancak, Ruslar bir taraftan Terkos Gölü - Küçükçekmece, diğer taraftan Marmara, Ege kıyıları ve Ustruma Nehrine kadar bütün Batı Trakya'yı ve Doğu Rumeli'yi işgal hakkını elde etmişlerdi. Bu esaslara göre işgallerini tamamlayan Ruslarla, 3 Mart 1878'de AYASTAFENOS (Yeşilköy) Andlaşma'sı imza edildi. Bu andlaşmanın Trakya ile ilgili kısımları özetle şöyle idi :
· Muhtar ve Osmanlı Devletine bir miktar vergi verecek, bir Bulgaristan devleti kurulacak.
· Bulgaristan sınırı, doğuda Midye (Kıyıköy) - Enez hattından geçecek, Enez ile Ustruma Nehri arasındaki Ege kıyıları Bulgaristan'a verilecek; batıda, Üsküp, Manastır, Debre ve Ohri Gölü Bulgar sınırları içinde kalacaktır.
Bu suretle Osmanlı Devletinin Rumeli'deki toprakları ikiye ayrılmış; Selanik, Yanya ve Arnavutluk'un İstanbul ile karadan irtibatı kesilmiş oldu.
Yeşilköy Andlaşma'sının Bulgaristan'a bıraktığı yerlerde yoğun şekilde yaşayan Türkler, durumu ve işgali hazmedemediler. Andlaşmadan 40 gün sonra, 14 Nisan 1878'de ÇİRMEN civarında Türklerle işgal kuvvetleri arasında ilk silahlı çarpışma başladı(3). Silahlı mücadele; yalnız bu bölgede kalmayarak; Bulgaristan'a bırakılmak istenilen her yerde kendini gösterdi. Türk halkı, sanki söz birliği yapmış gibi, Rus ve Bulgar zulüm ve tecavüzüne, yağmacılığına karşı, silaha sarıldı. Çünkü, işgal bir vahşetti. İşgal, bölgedeki Türklerin toptan imhasını öngörüyordu.
Mücadelenin düzenli ve teşkilatlı yürütüldüğü bölge ise, Kırcaali ve Rodop Dağının kuzey kısımları idi.
Kırcaali'ye, Türklerin maksatlarını anlamak ve hatta onları yatıştırmak üzere, İstanbul'dan içinde Rusların da bulunduğu bir heyet gönderildi. Görüşmelerde Türk Kuvayı Milliye reisleri "Osmanlı idaresinden başka bir idare altına girmeyeceklerini ve Osmanlı toprağında Rus askeri bulundukça silahlarını bırakmayacaklarını ifade ettiler(4). İşgale karşı mücadele veren Türkler, 2. Abdülhamit'ten silah ve cephane istediler, ancak alamadılar.
Osmanlı Devletinin desteğinden umut kesilince, 16 Mayıs 1878'de, Sultanyeri kazasının Karatarla köyünde (5) RODOP TÜRK MUKAVEMET HÜKÜMETİ kuruldu.
Dört kişilik bir kurucu heyeti olan (Ahmet Timirski, Hacı İsmail Efendi, Hidayet Paşa ve Kara Yusuf Çavuş) muvakkat hükümetin aynı zamanda otuz kişiden oluşan Temsilciler Meclisi de bulunmakta ve hükümetin egemenliği altında dört milyon Türk yaşamaktaydı(6). Hükümet yetkilileri bir yandan silahla mücadelelerini sürdürürken bir yandan da siyasi alanda mücadele verdiler. Hak ve hukuklarını kabul ettirmek ve korumak için Avrupalı devletlerin İstanbul'daki elçilerine birer muhtıra gönderdiler. Rus ve Bulgar mezalimini dile getirdiler. Hükümetin kurulduğu gün olan 16 Mayıs 1878 tarihinde, muvakkat hükümetin mührünü taşıyan muhtıra ile mücadele sebeplerini şöyle anlattılar (7):
"Avrupa devletleri, geçici olarak idare etmekte olduğumuz halkın niçin silaha sarıldığını sorup araştırmak zorundadırlar. Biz hiçbir şahsa karşı isyan etmiş değiliz. Silaha sarılmaktan maksadımız, kendi mal, can ve ırzımızı korumaktan ibarettir. Biz hiçbir meşru hükümete karşı ayaklanmadık. Kendi şahsi haklarımızı korumakla en tabi haklarımızı kullanıyoruz. Ayastefanos Andlaşma'sı, Paris Andlaşma'sını imzalamış olan devletlerin tasdikinden geçmedikçe hükümsüzdür. Ayastefanos Andlaşma'sının yerine bir yenisi konmalıdır. Bulgarların irtikap ettikleri cinayetler, tarif olunmayacak kadar büyüktür. İleri karakollarımıza silahlı bir kuvvetin yanaşmasını kabul etmeyiz. Bölgemizin ahalisi kamilen Türk ve Müslüman olduktan başka buraya, aramıza yüzbin Müslüman göçmen de sığınmış bulunmaktadır.
Ayastefanos Andlaşma'sından sonra Ruslar ve Bulgarlar memleketimizi istila ettiler. Biz ise hükümetsiz kaldık. Her ne kadar Osmanlı devleti bizleri Bulgaristan emanetine terk etmiş ise de, Avrupa devletlerinin tasdiki olmadıkça, Bulgar hükümetine meşru bir hükümet gözü ile bakmayız. Ruslar ve Bulgarlar girdikleri yerlerde sayısız mezalim ve ağza alınmayacak cinayetler işlediler. Mütecavizleri geri atmak için silaha sarıldık. Eğer biz geçici bir hükümet kurmamış ve bir zabıta heyeti düzenlememiş olsaydık, memleketimizde karışıklıklar çıkabilirdi. Bugün bölgemizde emniyet ve asayiş, Rus askerlerinin bulundukları yerlerde ise huzursuzluk ve karışıklık vardır.
Netice olarak Ayastefanos Andlaşma'sını şiddetle protesto ediyoruz. Müslümanların idare ettikleri yerlerle Rus ve Bulgarlar tarafından idare olunan memleket arasındaki büyük farkı görmek üzere kimi isterseniz gönderiniz. Meriç'in güneybatı tarafındaki topraklardan yeni Bulgaristan'a bir karış yer vermemenizi istirham ederiz. Çünkü idaremiz altında bulunan dört milyon Müslüman, işitilmemiş cinayetlerle ismini kirletmiş olan ve her vakit düşmanımız bulunan hükümete boyun eğmektense yok olmayı tercih ederler".
Mücadele veren Türkler, İstanbul"dan resmi olarak silah desteği göremeyince, ihtiyaçlarını çevredeki Türk birliklerinden temin ettiler. Şıpka kahramanı Süleyman Paşa'nın ordusundan da bazı nizamiye taburları muvakkat hükümet birliklerine katıldılar. Hükümetin silahlı kuvveti hakkında çeşitli sayılar mevcuttur. Fikir vermesi açısından bir kaynaktaki miktarları esas alabiliriz :
Piyade : 135.000; süvari : 86.000; mahalli zabıta : 15.000 (8)
Çirmen'de başlayan silahlı mücadele kısa zamanda Batı Trakya'ya ve Rodopların kuzeyinde, Lofça, Plevne, Tırnova'ya kadar yayıldı. İşgal kuvvetleri bir bir imha edilmeye başlandı.
Nisan 1878'de, Rodopları işgal etmek üzere 11 süvari taburu ve 7-8 Bulgar gönüllü taburu ile taarruz eden Ruslar, Kırcaali ile Mestanlı arasında, Türk milli kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı ve geri püskürtüldü.
Ayastefanos Andlaşma'sının Ruslara tanıdığı büyük kazançtan rahatsız olan Avrupalılar, Berlin'de toplandılar, Rus ve Bulgar kazançlarını azaltan Berlin Andlaşma'sını (13 Temmuz 1878) imzaladılar.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında ise 8 Şubat 1879 günü, İstanbul'da imzalanan kesin barış Andlaşma'sıyla Ayastefanos Andlaşma'sının yerine Berlin Andlaşma'sının geçtiği kabul olundu. Buna göre; Berlin Andlaşma'sı ile Bulgaristan'a verilen topraklar ile yine bu andlaşmaya göre kurulan Şarkî Rumeli Vilayeti dışında; savaş sırasında Rus ordusunun işgal etmiş olduğu Osmanlı topraklarının hemen boşaltılması kararlaştırıldı.
Bu andlaşma mücadeleyi kısmen azalttı. Arda Nehri güneyi bölgesi; Batı Trakya; tekrar Osmanlı idaresine geçtiğinden bu bölgedeki Türkler silahlarını bıraktılar. Ancak Şarkî Rumeli Vilayeti sınırları içinde kalan Kırcaali, Ropçaz ve Devlen bölgeleri, yeni vilayet idaresini tanımadılar. Bölgedeki Bulgar çetelerinin Türklere karşı yaptıkları haksız saldırılara ve vahşete karşı, mücadelelerini sürdürdüler.
Şarkî Rumeli, Osmanlı Devletine siyasi ve askeri yönden bağlı, imtiyazlı bir vilayet haline getirilmişti. Valiyi Padişah tayin ediyordu, ancak vilayet içinde Türk askeri bulundurulamıyordu. Türk askerini yanında göremeyen Şarkî Rumeli'deki Türkler, bölgeden büyük ölçüde göç ettiler. Bulgarlar bu her iki durumdan da istifade ile Şarkî Rumeli'yi Bulgarlaştırmaya başladılar. Vilayetin alt yönetim birimlerini de ele geçirdiler. Son aşamada, 18 Eylül 1885'de bir darbe ile Padişahın tayin ettiği valiyi ve diğer idarecileri görevden alarak tevkif ettiler, Şarkî Rumeli'nin Bulgaristan'la birleştiğini açıkladılar.
Şarkî Rumeli Türkleri, bu darbeden ve emrivakiden sonra, bir müddet İstanbul'un ve diğer devletlerin alacakları tedbirleri beklediler. Bir şey yapılmadığını görünce, Bulgar idaresini tanımadıklarını açıklamak ve birleşme durumunu protesto etmek için faaliyete geçmeye karar verdiler. Filibe İslam Cemaatinin girişimi ile her liva ve kazadan seçilen Türk mebuslarını Aralık 1885 sonlarına doğru, Filibe'de kongreye davet ettiler. Ancak bu toplantının yapılacağını öğrenen Filibe'deki Bulgar yönetimi, Türk mebuslarının bir kısmını tevkif, bir kısmını da jandarma kuvvetiyle yerlerine gönderdi ve düşünülen kongre böylece gerçekleşmedi.
Muvakkat Türk Hükümetini kuran Kırcaalililer ve Rodoplular, 1880 başlarında Şarkî Rumeli Valisinin girişimi ile bu idareyi tanımışlar, ancak silahlarını teslim etmemişler ve Bulgar jandarmasını da bölgelerine sokmamışlardı. Bulgarların Doğu Rumeli'yi ilhakı üzerine, vilayetle olan ilgi ve münasebetlerini tekrar kestiler.
Rodop ve Batı Trakya Türklerine liderlik yapan ve Muvakkat Hükümeti kuran Hacı İsmail Ağa, bu durum karşısında bölgedeki Türklerle, Şarkî Rumeli vilayeti içinde kalan Hasköy'ü işgale ve Filibe üzerine yürümeye karar verdi ve gereken hazırlığı yaptı. Ancak Osmanlı idaresindeki Gümülcine mutasarrıfının tavsiyesi üzerine vazgeçti. Muvakkat Hükümeti ile Kırcaali ve Ropcoz bölgesini idareye devam etti. Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında 1 Şubat 1886'da, Şarkî Rumeli'nin Bulgaristan prensliğine verildiğini açıklayan bir anlaşma imzalandı, ki bu anlaşma 5 Nisan 1886'da Avrupalı devletler tarafından da onaylanmıştır. Bu anlaşma ile o tarihe kadar Şarkî Rumeli idaresine geçmemiş ve bu idareyi kabul etmemiş olan Kırcaali ve Ropcoz kazaları Osmanlı topraklarına bırakıldı. Böylece Nisan 1878'den beri haklı mücadelelerini, İstanbul'un hiçbir desteğini görmeden kahramanca sürdüren Rodop bölgesi Türkleri, 8 yıllık mücadelelerinin sonucunda, üç yüz köyün Osmanlı hudutları içersinde bırakılmasını sağladılar. Hacı İsmail Ağa gibi dirayetli bir liderin etrafında toplanan kahraman Rodoplular, mücadelelerini zaferle sonuçlandırdılar ve böylece tekrar Türk idaresine kavuştular.
1912 - 1913 BALKAN SAVAŞ'I SONRASI
Batı Trakya; Balkan Savaş'ının başında, 1912'de Bulgarlar tarafından; Osmanlı Devletinin Londra Andlaşma'sı ile Balkanlı devletlere bıraktığı geniş toprakların paylaşılmasından dolayı çıkan 2 nci Balkan Savaş'ı sırasında da (1913) Yunanlılar tarafından işgal edildi.
Balkan Savaş'ının başında müttefik olan Balkan devletlerinin, miras yüzünden birbirlerine düşmelerinden istifadeyle, Osmanlı devleti, 23 Temmuz 1913'de Edirne'yi geri aldı. Meriç Nehrine kadar olan toprakları kurtardı. Edirne'nin kurtarılışından sonra 3000 kişilik bir akıncı müfrezesi (9), Bulgar topraklarına girerek Habibçe, Harmanlı ve Hasköy bölgelerine akınlar yaptı. Bu, bir nabız yoklaması olarak görülmektedir. Ancak tahmin edilen tepki doğdu ve Bulgarların büyük devletlere şikayetleri üzerine bu müfreze Edirne'ye geri çekildi.
2. Balkan Savaş'ını sona erdiren 10 Ağustos 1913 Bükreş Andlaşma'sı ile Yunanlılar, Batı Trakya'yı tekrar Bulgarlara bırakmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle Yunanlılar, Batı Trakya'nın Bulgarlara tesliminde mümkün olduğu kadar güçlük çıkarmaya ve Batı Trakya işlerine Osmanlı Devletinin de karışmasını sağlamaya çalıştılar.
Müfrezenin geri çekilmesinden sonra, % 85 ahalisi Türk olan Batı Trakya'da, Bulgar çetelerinin Türklere zulüm ve tecavüzlerde bulundukları hususunda raporlar gelmeye başladı.
Edirne'yi kurtaran ordunun Kurmay Başkanı olan yarbay Enver (Enver Paşa) , Batı Trakya Türklerini Bulgar mezalimine karşı korumak üzere 16 Sb., 100 erden oluşan bir müfrezeyi, 15 Ağustos 1913'de, Eşref Kuşçubaşı'nın komutasında Batı Trakya'ya gönderdi. Edirne'den Ortaköy'e gelen müfreze, Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar çetesi tarafından vahşice şehit edilen 400 Türk'ün cesetleriyle karşılaştı. Müfreze kendiliğinden bu çete üzerine yürümeye karar verdi. 16 Ağustos 1913 günü KOŞUKAVAK civarında yapılan çarpışmada, Bulgar çetesinin 5'i subay olmak üzere 95'i esir edildi, üst tarafı dağıtıldı ve yok edildi. Çeteden ele geçirilen 1200 tüfekle, Koşukavak'ta bir milli tabur kuruldu ve Kamber Ağa isimli bir zat Koşukavak hükümet reisi olarak tayin edildi.
Müfreze ilerlemesine devam ederek 18 Ağustos'ta Mestanlı'ya çatışmasız, Kırcaali'yi ise 19 Ağustos'ta, bir Bulgar süvari alayı ile yapılan muharebeden sonra ele geçirdi. Kırcaali'de de 600 kişilik bir milli birlik kuruldu. Ayrıca Koşukavak'ta olduğu gibi Kırcaali ve Mestanlı'da da birer yerli hükümet reisleri tayin edildi (10). Böylece bu üç kazada can güvenliği sağlanmış oldu.
Eşref müfrezesinin Koşukavak'tan sonra Mestanlı ve Kırcaali'yi işgal etmesi, İstanbul tarafından hoş karşılanmadı ve daha ileri gitmemeleri emri verildi. Eşref Kuşçubaşı, bu emir üzerine, Edirne'de bulunan ve bu faaliyetler için kendisinden doğrudan emir aldığı Enver Beyle (Paşa) görüştü. Görüşmede bütün Batı Trakya'nın işgalini kararlaştırdılar (11).
Bu görüşme, Batı Trakya Türklerinin mücadelesine yeni bir dönem getirdi. Enver Beyin desteğiyle Batı Trakya'ya bir miktar daha birlik ve subay gönderilmesi sağlandı (12). Bunlar arasında, sonradan kurulacak Teşkilatı Mahsusa'nın reisliğini ve 1. Dünya Savaş'ında Irak Cephesi Komutanlığı yapan Süleyman Askeri Bey de bulunuyordu.
Yeni subayların ve iki bölüğün de Batı Trakya'ya geçmesiyle işgal altında bulunan bölgelerin kurtarılmasına devam edildi. Bulgar kuvvetleri ile kısa bir çarpışmadan sonra 31 Ağustos'ta Gümülcine, 1 Eylül 1913'de İskeçe kurtarıldı. Ferecik ve Sofulu civarında Bulgarlarla şiddetli çarpışmalar yapıldı. Meriç boyları Bulgarlardan temizlendi. Dedeağaç hariç -Yunanlıların kontrolündedir- bütün Batı Trakya milli kuvvetler tarafından kısa sürede kurtarıldı ve kontrol altına alındı.
G ümülcine'nin kurtarılmasıyla beraber 1 Eylül 1913'de GARBİ TRAKYA HÜKÜMETİ MUVAKKATESİ kuruldu. Reisliğine de Müderris Salih Hoca seçildi. Ayrıca bütün kazalarda da Muvakkat Hükümet Reisleri tespit edildi. Bu Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi'nin üstünde "Garbi Trakya Hükümeti İcraiyesi" kuruldu. Bunun başında da Genelkurmay Başkanı vazifesini görmekte olan Süleyman Askeri Bey bulunmaktaydı. Batı Trakya'nın Bulgarlara karşı emniyetini sağlamak için cephe komutanlıkları da kuruldu. Bunlarda doğrudan Gnkur. Bşk. Süleyman Askeri Bey'e bağlı idi. Böylece Batı Trakya'nın bütün yürütme kuvveti Süleyman Askeri Bey'de toplanmış oldu.
Batı Trakya'daki bu faaliyetler, işgal altındaki bölgelerin kurtarılması ve bir hükümetin kurulması, İstanbul'da ve Sofya'da tedirginlik doğurdu. Dış baskılar nedeniyle başlangıçtan beri bu işe olur vermeyen İstanbul, hükümet kurulunca, Batı Trakya'ya gidenlere, yurda dönmeleri için emir verdi. Batı Trakya idarecileri, geri dönme emrini Osmanlı Devletiyle maddi ilişkilerini kesmekle ve "Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi" nin bağımsızlığını ilan etmekle cevaplandırdılar (13)' ve Muvakkat Hükümetin adını da "GARBİ TRAKYA MÜSTAKİL HÜKÜMETİ" olarak değiştirdiler (14). Böylece 12 Eylül 1913'de, Batı Trakya'da yeni bir Türk Devleti daha tarih sahnesine çıkmış oldu.
Yunanlılar, bu devletin kurulmasını memnunlukla karşıladılar. Askeri yardım vaadinde bulundular. Bölgenin Bulgarların elinden kurtarılmasını menfaatlerine uygun buldular ve ellerinde bulundurdukları Dedeağaç 2 Ekim'de, Batı Trakya Müstakil Hükümetine devrettiler.
Yeni devlet başşehrini Gümülcine olarak kabul ve ilan etti. Ay yıldızlı, yeşil, beyaz ve siyah renkli özel bayrağını resmi binalara çekti. Pasaport sistemini, posta teşkilatını kurdu. Pul bastırdı. Sesini dışarıya duyurmak için Batı Trakya Ajansını kurdu. Türkçe ve Fransızca "Independant" adlı bir gazete çıkardı. Batı Trakya'nın Bulgarlara karşı savunulması için kuzeye yönelik savunma planı yapıldı ve kuvvetler, plan esasına göre tertiplendi. İstanbul'dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek, 500 sandık mermi getirildi. Ekim ortalarında bütçesini hazırladı. Buna göre 61.000 kişilik bir silahlı kuvveti besleyecek masraf bütçeye dahil edildi. T. Bıyıklıoğlu'nun tespitine göre devletin asker sayısı 30.000 civarındadır. Bunların da 6.000, Osmanlı Ordusundan gelenlerdir. Batı Trakya Müstakil Hükümeti, devlet çarkının dönmesi için gereken bütün organlarını kısa sürede tesis etti. Süleyman Askeri Bey tarafından yazılan milli marşını (15) kabul etti ve "Özgür" adli resmi gazetesini yayınlamaya başladı.
Ancak Batı Trakya Müstakil Hükümeti'nin siyasi ömrü uzun sürmedi. Bulgarlar kendilerine bırakılan topraklar üzerinde bir Türk Devletinin kurulmasını haliyle kabullenemediler. Başta Rusya olmak üzere diğer büyük devletlere şikayetlerde bulundular. Bunların Osmanlı Devletine baskıları sonucu, yeni devletin bekası tehlikeye düştü, ufkunda kara bulutlar dolaşmaya başladı. Öyle ki Rusya'nın, bu devlet söndürülmediği takdirde, Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurdurmak için faaliyete geçeceği yolunda tehditler savurduğu bile söylenmekteydi (16).
Neticede Bulgarlar, zayıf duruma düşmüş olan askeri kuvvetleri ile Batı Trakya'yı alamayacaklarını değerlendirdiklerinden, Osmanlı Devleti kanalı ile buralara tekrar sahip olabilmek için, Osmanlı Devleti ile siyasi ortam oluştuktan sonra anlaşma yoluna gittiler ve 29 Eylül 1913'de, Osmanlı - Bulgar heyetleri arasında İstanbul Andlaşma'sı imzalandı. Buna göre bütün Batı Trakya Bulgarlara bırakıldı.
Osmanlı Hükümetinin, İstanbul Andlaşma'sıyla Batı Trakya'yı bırakması, Batı Trakya'da şok tesiri yaptı. Batı Trakya Hükümetinin başındakileri ve halkı, Bulgarlara karşı silahlı mukavemetten vazgeçirmek ve teskin etmek üzere, andlaşmanın yapıcılarından olan Albay Cemal (Bahriye Nazırı Cemal Paşa) Ekim 1913 başlarında, İstanbul'dan Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe'ye giderek Bulgarların kan akıtmadan Batı Trakya'yı işgal etmelerini sağlamaya muvaffak oldu. Ekim 1913 ortalarında başlayan Bulgar işgali, olaysız, 30 Ekim 1913'de sona erdi. Batı Trakya Müstakil Hükümeti de 25 Ekim 1913'de kendini feshetti. Hükümet ileri gelenleri ile, subaylar ve birlikler İstanbul'a döndüler. Mevcut silah ve cephane, ,ileride yine Batı Trakya davası için kullanılmak ümidiyle saklandı.
Böylece bir Türk Devleti daha 55 günlük siyasi bir ömürden sonra tarih sahnesinden çekilmiş oldu.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA
Batı Trakya'nın Bulgarlara verilmiş olmasına rağmen Kur. Yb. Enver, Batı Trakya ile ilgisini kesmedi. Batı Trakya ve Makedonya işlerini yürütmek üzere, İstanbul'da "Muhacirin Müdürlüğü" kurdu ve başına da Kur. Bnb. Süleyman Askeri'yi getirdi. Birinci Dünya Savaşı'na kadar bu müdürlük kanalı ile ilgi sürdürüldü. Avrupa'da 1. Dünya Savaş'ına başlamasından sonra, 5 Ağustos 1914'de Savaş'ı Nazırı Enver Paşa "Teşkilatı Mahsusa" isimli gizli bir teşkilat kurdu ve başına Bnb. Süleyman Askeri'yi getirdi. Bu teşkilat bütün Müslüman memleketleri ilgi sahası içine aldı.
Bnb. Süleyman Askeri, Batı Trakya'daki Bulgar yetkilileri ile görüşerek, Sırplara ve Yunanlılara karşı, Osmanlı - Bulgar müşterek mücadele esaslarını tespit etti. Sırbistan ve Yunanistan Makedonyası içlerine, Türk ve Bulgardan oluşan gerilla timleri gönderildi. Bunlar önemli köprüleri tahrip ederek. bu bölgelerden gönüllü toplayıp Osmanlı Ordusuna göndererek, hizmette bulundular. Makedonya bölgesinde faaliyet gösteren Ütğm. Fuat (BALKAN), Avrupa cephesine çarpışmak üzere gönderilen Türk kolordularına 18 bin civarında ikmal eri sağladı (17).
Osmanlı Devleti savaşa girdikten sonra, yukarıdaki faaliyetler devam ederken; Batı Trakya'yı muhtemel Yunan işgaline karşı korumak ve savaş nedeniyle bölgedeki etkinliği azalan Bulgar otoritesinden fırsat doğduğunda kurtulmak için; 30 Temmuz 1915'de Drama'da BATI TRAKYA KURTULUŞ KOMİTESİ (18) kuruldu.
Teşkilatı Mahsusa Başkanı Süleyman Askeri'nin teşviki ile ve Ütğm. Fuat (BALKAN), Şakir Zümre, Cevat Beylerin liderliğinde kurulan bu komiteye, Osmanlı safında savaşa katılan Bulgarlar da; bölgenin Yunanistan eline geçmesini önlemek için; desteklediler. İskeçe, Kavala, Drama, Nevrekop ve Serez bölgeleri 1917 yılına kadar bu komite tarafından idare edildi.
Kasım 1916'da, yani savaş devam ederken, bölgeye 20 nci Türk Kolordusu gönderildi. Yunan ve Fransızlara karşı Bulgarlarla beraber MAKEDONYA Cephesi açıldı. Kolordunun gelişiyle beraber Batı Trakya Kurtuluş Komitesi yönetiminin gücü ve otoritesi daha da arttı. Kolordu Komutanı Abdülkerim Paşa yönetimi ele aldı.
27 Eylül 1917'de, İstanbul'dan gelen emirle, Abdülkerim Paşa'nın bölgeden ayrılması üzerine Batı Trakya Kurtuluş Komitesi kendisini feshetti (19).
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ
Teşkilatı Mahsusanın teşviki ile, Mondros Mütarekesini takip eden günlerde, 10 Kasım 1918'de, İstanbul'da "Batı Trakya Komitesi" kuruldu. Komitenin gayesi, Batı Trakya'yı kurtarmaktı. Komite, Bulgar yönetiminde bulunan Meriç'le Mesta - Karasu arasındaki bölgeden başka Mesta ve Ustruma Nehirleri arasındaki bölgeyi (Kavala, Drama ve Serez) de Batı Trakya olarak kabul etti ve ahalisinin çoğunluğu Türk olan Batı Trakya'da, Wilson prensipleri esaslarına göre, plebisit yapılmasını istedi. Batı Trakyalıların geleceklerini kendilerinin tayin etmesi gerektiği yolunda muhtıra yayınlandı.
Türk milletinin milli menfaatleri lehinde çalışan bu milli komitenin hemen arkasından Yunan ve yabancı parasıyla kurulmuş iki cemiyet daha ortaya çıktı. Bunlardan birincisi, Yunan meclisinde Trakya milletvekili olan, 6 Türk tarafından Ekim 1919'da kurulan ve Doğu ve Batı Trakya'yı Yunanistan'a bağlamak gayesini güden "Trakyalılar Birliği" veya "Trakyalılar Komitesi" idi. Ancak İstanbul Polis Müdürlüğünün gayretli çalışmaları bu vatansızların faaliyetine imkân bırakmadı, bir kısmı tutuklandı ve bir kısmı da kaçmak zorunda bırakıldı (20).
Yabancı nüfuzu ile kurulan ikinci kuruluş ise; Fransız himayesinde ortaya çıkan "İtilaf Devletleri Arası Muvakkat Batı Trakya Hükümeti" zamanında, Gümülcine'de kurulmuş olan "Batı Trakya Umumi Merkezi" idi, Bu merkez, Batı Trakya'nın Doğu Trakya ve Türkiye ile her türlü ilgisini kesmek gayesini gütmekteydi.
Birinci Dünya Savaş'ından yenik çıkan Bulgaristan; Barış Konferansının kararına göre; Batı Trakya'nın Karaağaç, Dimetoka, Sofulu, Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe kazalarını, 20 Ekim 1919'da boşalttı ve bu bölgeyi Fransız askeri makamlarının idaresine devretti.
Batı Trakya'nın Bulgarlardan boşaltılan kısımlarında Fransızlar tarafından" Müttefikler Arası Muvakkat Batı Trakya Hükümeti" kuruldu (Ekim 1919) ve bölge, bölge valisi olarak atanan bir Fransız generaline bağlandı. Hükümetin başına da Tevfik Bey isimli bir kişi getirildi. Bu kukla yönetimi Bulgaristan ve Yunanistan tanıdılar ve nezdinde elçilik kurdular.
Yunanistan'ın galip devletler nezdinde yapmış olduğu diplomatik faaliyetler sonucu, bu yönetimin kaderi ile ilgili bir referanduma gidilmesi kararlaştırıldı ve Mayıs 1920'de yapılan referandum, Batı Trakya'nın Yunanistan'a ilhakı şeklinde sonuçlandı. Ekim 1919'da kurulan bu yönetim de 7 aylık hayatiyetten sonra 23 Mayıs 1920'de tarih sahnesinden çekildi.
Yunanlılar referandumu kazanmak için 75.000 Osmanlı altını harcadılar ve bazı önemli şahsiyetleri de maalesef satın aldılar (21). Çoğunluk Türklerde olmasına rağmen, referandum Yunanlılar lehine sonuçlandı ve bölge halkı Yunan idaresini istiyor gözüktü ve bölge Mayıs 1920'de Yunanistan'a devredildi(22). Yunan ordusu 24 Mayıs 1920'den itibaren bölgeyi işgale başladı.
Ancak Türk halkı yılmadı ve mücadelesinden vazgeçmedi. Anadolu'da milli mücadele devam ederken, Batı Trakya Türkleri de Batı Trakya'da milli mücadeleyi başlattılar.
Batı Trakya'da milli mücadele için bazı hazırlıklar, bölgenin Yunanlılara verilmesinden önce başlatılmıştı. Çünkü neticenin bu şekli alacağı tahmin edilmekteydi. Hatta Atatürk, Batı Trakya'nın Bulgarlardan alınarak Yunanlılara verileceğini, 23 Temmuz 1919'da, Erzurum Kongresini açış nutkunda haber vermiştir.(23)
Nisan 1919'da İstanbul'da, Batı Trakya'daki faaliyetlerini düzenlemek üzere bir heyet toplandı .Albay İsmet (İnönü), Albay Galatalı Şevket, Karavasıf,Albay Seyfi (Düzgören) ve Yarbay Kemalettin Sami Colak Kemal - Korg. GÖKÇEN) den ibaret heyet, toplantıya çağrılan Yüzbaşı Fuat (BALKAN)'ı Batı Trakya'da silahlı mücadelede bulunmaya, silahlı bir kuvvetle Batı Trakya'ya geçerek Yunan işgaline karşı Türklerin ayaklanmasını sağlamakla görevlendirdi. İsmet Bey, bu maksatla hükümetten temin ettiği 4.000 lirayı Batı Trakya Komitesine verdi. Bunun 2.000 lirası da Fuat Bey'e verildi(24).
Fransızların kendilerine yardımı ve Türklere oyunu ile Batı Trakya'yı alan Yunanlılar, işgallerini 4 Haziran 1920 günü tamamladılar.
Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa'nın Batı Trakya ile ilgili verdiği direktiflerin ana hatları ise şöyle idi(25) :
"Batı Trakya'nın siyasi mukadderatı üzerinde yabancılarla yapılacak temaslarda uyanık davranılmalıdır. Batı Trakya'nın Türklerin elinde ve bir bütün olarak kalması ve münasip bir zaman ve fırsatta ana vatana katılması gayemizdir. Bu Türk vatan parçasının yabancı müstemleke olmasına razı olamayız".
"Batı Trakya için, baş vurulacak birinci çare, Batı Trakya'da ezici çoğunluğu teşkil eden kardeşlerimizin, milli teşkilatlarını geliştirip Wilson prensiplerine dayanarak haklarını istemeleri ve ilk adım olarak istiklâl veya muhtariyetlerini kazanmaya çalışmalarıdır."
"Fransız ve Yunan emellerine, asla muvafakat edilmemeli ve yabancı işgaline hiçbir vakit rıza gösterilmemelidir."
"Doğu ve Batı Trakya'nın bir mülki birlik içinde ifade ve ilanı doğru değildir. Doğu Trakya, itiraz ve münakaşa götürmez bir surette Türk vatanının bir parçasıdır. Batı Trakya ise, bir barış antlaşmasıyla vaktiyle, bırakılmış bir vatan kıtasıdır. Doğu ve Batı Trakya'nın ısrarla birliğini iddia etmek, Doğu Trakya üzerinde de, bazı yabancı iddialarına sebep olabilir. Doğu Trakya hakkında, hiçbir münakaşa, bahis konusu olmamalıdır."
Batı Trakya'nın durumu, 28 Ocak 1920'de son Osmanlı Meclisi Mebusanında kabul edilen Misakı Milli'de şu şekilde yer aldı :
"Türkiye sulhüne bırakılan Garbi Trakya vaziyeti hukukiyesinin tespiti de, sekenesinin (oturanlarının), kemali hürriyetle beyan edecekleri ârâya (oylar) tebaan vaki olmalıdır."
Fransızların Batı Trakya'yı işgalleri sırasında faaliyetini ve merkezini, İstanbul'dan Gümülcine'ye nakleden (Ekim 1919) Batı Trakya Komitesi, Batı Trakya'nın Yunanlılar tarafından işgali günlerinde de Gümülcine'nin kuzeyinde Hemitli nahiyesinde, 27 Mayıs 1920'de, BATI TRAKYA MİLLİ HÜKÜMETİ'Nİ kurdu. Bu hükümet Yunan işgaline rağmen varlığını Lozan Andlaşma'sına kadar sürdürdü. Halkı teşkilatlandırıp silahlandırdı ve Yunanlılara karşı silahlı mücadele verdi. Hükümet, Ankara'dan aldığı talimatlara göre hareketlerini yönlendirdi (26). Ankara hükümetinin bütçesinden Batı Trakya için tahsisat ayrıldı ve yokluğa rağmen bu tahsisat aksatılmadan gönderildi.
Mücadelede bölgedeki Bulgarlar da, Türklerin yanında yer aldı - Hükümette de iki Bulgar üye bulunuyordu - ve Yunanlılara karşı beraber çarpışıldı.
Gerilla taktiğiyle yürütülen harekât sayesinde(27) Yunanlılara çok zayiat verdirildi ve ayrıca Yunanlıların kayda değer miktarda kuvvetleri, Anadolu lehine bu bölgede tespit edildi.
Bu hükümetin Savaş'ıye Nazırlığını Yzb. Fuat (BALKAN), Kuvayı Milliye Komutanlığını da Bnb. Filibeli Rüştü (Korg. AKIN) üstlendi(28). Batı Trakya'da milli mücadele devam ederken, 25 Nisan 1922'de İstanbul'da, "Garbi Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti" kuruldu. Cemiyetin maksadı, doğuda Meriç, batıda Ustruma, kuzeyde 1912 Balkan Savaş'ından önceki Türk Bulgar hududu, güneyde Ege Deniziyle çevrili bölgenin, ahalisinin reyine müracaat suretiyle siyasi mukadderatının tayin ve tespiti idi.
Bu maksadın gerçekleşmesi için Lozan görüşmeleri öncesinde ve esnasında hem Ankara Hükümetine, hem de Avrupalı ülkelere müracaatlarda bulundular. Muhtıralar gönderdiler. Ancak Lozan Barış Andlaşma'sı bölgeyi Yunanlılara bıraktı.
LOZAN SONRASI
Lozan Barış Andlaşma'sıyla, Batı Trakya'da plebisit yapılması mümkün olmayınca, "Garbi Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti", andlaşma sonunda, ismini aynen devam ettirdi ve ihtilalci tedbirlere de başvurmayı karar altına aldı. Bu maksatla da gizli bir program kabul etti.
Cemiyet, maksadına bir an önce ulaşabilmek için Sovyetlerle işbirliği yapmak istedi ve 19 Eylül 1924'de Sovyet Sefaretine bir muhtıra verdi. Muhtıra'da; Sovyet yardımıyla, Bulgaristan elinde kalan Batı Trakya bölgesinde 10-15 bin kişilik silahlı kuvvet kurmak istediklerini; bu kuvvetin kurulması için tahminen yarım milyon, bir aylık masraf içinde 800.000 TL na ihtiyaç duyduklarını belirttiler. Ancak, bu muhtırayı alan Sovyet temsilcileri, cemiyet üyeleri ile temaslarını kesmişler ve bir daha görünmemişlerdi. Cemiyetin ihtilâl yoluyla Batı Trakya'yı kurtarma düşüncesi de böylece gerçekleşemedi. Dışardan yardım ve destek ümitleri sönünce, Batı Trakya Türklerinin son kurtuluş mücadele azimleri de kırılmış oldu. Ancak çileleri bitmedi. Bugün 180 Türk köyünde ve 58 karışık köyde (Türk-Yunan) (Harita-6) bekalarını devam ettirmeye çalışan Batı Trakya Türkleri, II. Dünya Savaş'ında Yunan Ordusuna 16.500 asker verdiler ve Yunanistan'ın İtalyanlara ve Almanlara karşı savunulmasında kahramanca çarpıştılar ve 4.450 zayiat verdiler.
1941 yılında Almanlar Yunanistan'ı işgal edince, Batı Trakya'yı da Bulgarlara işgal ettirdiler ve Bulgar vahşetine karşı Batı Trakya Türkünün, varlığını koruma mücadelesi tekrar başladı. Arkasından Yunanistan iç Savaş'ı başlayınca, bölgedeki Türkler Kralcıların en güvenilir elemanı olarak görüldüler ve Yunan komünist çetelerine karşı savaşa sürüldüler. 1946'dan 1949'a kadar hem Yunan hem Bulgar komünistlerine karşı çarpıştılar.
1949 yılında Yunan iç Savaş'ı komünistlerin yenilgisi ile bitince, bölgedeki Türkler, tekrar ikinci sınıf vatandaş gözüyle görülmeye başlandı ve aşama aşama bugünkü durumlara getirildiler.
Kaynak: www.westtrakien.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder