9 Nisan 2011 Cumartesi

19. Yüzyılda Edirne Sancağı'nın Demografik Yapısı ve İskan Siyasesi

T. C.
NIGDE ÜNIVERSITESI
SOSYAL BILIMLER ENSTITÜSÜ
TARİ H ANABILIM DALI
YAKINÇAG BILIM DALI


XIX. YÜZYILDA EDİ RNE SANCAGI’NIN
DEMOGRAF İK YAPISI ve İ SKAN S İYASET İ
Yüksek Lisans Tezi

Hazırlayan
Yasemin BOZLAK

2008-NIGDE

Okumak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

https://docs.google.com/viewer?a=v&pid=explorer&chrome=true&srcid=0BzRLlbCxfiUlMzM4ZTAzZTMtMzMxOS00ZDVmLTliNWMtMTIyNDNhMDM3MmRm&hl=en

Balkan Savaşları Sonrası Rumeli'den Türk Göçleri ve Osmanlı Devletinde İskanlar

BALKAN SAVAŞLARI SONRASI RUMELİ’DEN
TÜRK GÖÇLERİ VE OSMANLI DEVLETİ’NDE
İSKÂNLARI

Hazırlayan: Sezer ARSLAN
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Zekâi METE

Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Tarih Anabilim Dalı,
Yakın Çağ Tarihi Bilim Dalı İçin Öngördüğü YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak
Hazırlanmıştır.

Edirne
Trakya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Haziran, 2008

Okumak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.

https://docs.google.com/viewer?a=v&pid=explorer&chrome=true&srcid=0BzRLlbCxfiUlZjg0NTUyZTAtOTlmMS00YTIxLWJiNDItOTU5YzYwZTU2MWMw&hl=en

8 Nisan 2011 Cuma

Batı Trakya'nın Fethi

BATI TRAKYA'NIN FETHİ :

1363 yılında Lala Şahin Paşa tarafından Edirne fethedildikten sonra, I. Murat, Dimetoka'yı geçici olarak merkez yaptı. 1364'de, Gazi Evrenos Bey Gümülcine'yi, Lala Şahin Paşa Filibe'yi aldı. Bu fetihlerden sonra I. Murat'ın Anadolu'ya gitmesini fırsat bilen Macar Kralı, topladığı haçlı kuvvetleriyle Edirne üzerine yürüdü. Edirne kuzeybatısında Hacı İlbey'in gece baskınına uğrayarak imha edildiler ve Türk tarihine Sırp Sındığı Zaferini (1364) kazandırdılar. I. Murat 1365'de tekrar Rumeliye geçti ve Dimetoka'ya yerleşti. Edirne'de yapımına başlanan sarayın bitimine kadar burada kaldı. Ayrıca Dimetoka'da da küçük bir saray yaptırdığı bazı kaynaklarda (1) yer almaktadır. Edirne'nin 1368'de başkent olduğu hatırlanırsa, Dimetoka, 1363'den 1368'e kadar yaklaşık beş sene, Bursa'nın yanı sıra, Osmanlı Devletinin geçici (yedek) başkenti olmuş demektir.

Türklerin Batı Trakya'nın tamamını ele geçirmeleri ve bölgede tam hakimiyet kurmaları ÇİRMEN ZAFERİ ile olmuştur. Türkleri Avrupa'dan çıkarmak için düzenlenen seferlerden birini de Sırp Kralı hazırladı ve Edirne üzerine yürüdü. Türk kuvvetleriyle Çirmen'de karşılaştı ve 26 Eylül 1371'de büyük bir bozguna uğradı. Bu Çirmen zaferi, Türklere Makedonya kapılarını açmış ve Makedonya mukavemetini kökünden kazımış oldu. Aynı yıl içinde İskeçe, Kavala, Drama ve Serez bölgeleri ele geçirildi (2) ve Batı Trakya'nın fethi tamamlandı.

Fetihler sonrasında Anadolu'dan Türk aileleri getirilerek bölge Türkleştirildi.

1828 - 1829 OSMANLI - RUS SAVAŞ'I

Osmanlı Devletinin kuruluşu ve genişlemesi sıralarında Osmanlı Ordularının çıkış arazisi olan Trakya, 19 ncu Y.Y. içerisinde; Osmanlı sınırlarının Tuna boylarından güneye doğru gerilemesi karşısında; Türk'ün Avrupa'da kalması veya kalmaması konusunda, karar bölgesi hüviyeti kazanmıştı.

1828 - 1829 Savaş'ında Ruslar, Savaş'ın ikinci yılında, 44 gün kahramanca savunan Silistre kalesinin düşmesinden sonra (30 Haz. 1829); Balkan Dağlarını geçmeye, Varna - Burgaz - Aydos istikametinden ilerleyerek Edirne'yi muharebesiz işgale (22 Ağustos 1829) muvaffak oldular. Savaş sonunda Osmanlı Devleti; Kaynarca'dan sonra kabul ettiği en ağır andlaşma olan; Edirne Andlaşması'nı (14 Eylül 1829) imzalamak zorunda kaldı. Bu andlaşmayla Yunanistan'a bağımsızlık verildi, Sırbistan ve Eflak-Boğdan'a verilen özerklikler genişletildi. Böylece Balkanlarda, Makedonya ve Batı Trakya'da; günümüze kadar sürüp gelen mücadelelerin temeli atılmış ve böylece konumuz olan Batı Trakya meselesi tarih sahnesine çıkmış oldu.

1877 - 1878 OSMANLI - RUS SAVAŞ'I SONRASI

Osmanlı Devleti bu savaşta, Rus ve Romen kuvvetlerine yenildi. Rus kuvvetlerinin ileri unsurları 22 Ekim 1877'de Edirne'yi işgal etti. 2. Abdülhamit, Rusları mümkün olduğu kadar uzakta durdurmak maksadıyla, Ruslarla Edirne'de, barış esaslarını tespit eden, bir mütareke imza ettirdi. Bu mütareke ile ateş kesilmiş ancak, Ruslar bir taraftan Terkos Gölü - Küçükçekmece, diğer taraftan Marmara, Ege kıyıları ve Ustruma Nehrine kadar bütün Batı Trakya'yı ve Doğu Rumeli'yi işgal hakkını elde etmişlerdi. Bu esaslara göre işgallerini tamamlayan Ruslarla, 3 Mart 1878'de AYASTAFENOS (Yeşilköy) Andlaşma'sı imza edildi. Bu andlaşmanın Trakya ile ilgili kısımları özetle şöyle idi :

· Muhtar ve Osmanlı Devletine bir miktar vergi verecek, bir Bulgaristan devleti kurulacak.

· Bulgaristan sınırı, doğuda Midye (Kıyıköy) - Enez hattından geçecek, Enez ile Ustruma Nehri arasındaki Ege kıyıları Bulgaristan'a verilecek; batıda, Üsküp, Manastır, Debre ve Ohri Gölü Bulgar sınırları içinde kalacaktır.

Bu suretle Osmanlı Devletinin Rumeli'deki toprakları ikiye ayrılmış; Selanik, Yanya ve Arnavutluk'un İstanbul ile karadan irtibatı kesilmiş oldu.

Yeşilköy Andlaşma'sının Bulgaristan'a bıraktığı yerlerde yoğun şekilde yaşayan Türkler, durumu ve işgali hazmedemediler. Andlaşmadan 40 gün sonra, 14 Nisan 1878'de ÇİRMEN civarında Türklerle işgal kuvvetleri arasında ilk silahlı çarpışma başladı(3). Silahlı mücadele; yalnız bu bölgede kalmayarak; Bulgaristan'a bırakılmak istenilen her yerde kendini gösterdi. Türk halkı, sanki söz birliği yapmış gibi, Rus ve Bulgar zulüm ve tecavüzüne, yağmacılığına karşı, silaha sarıldı. Çünkü, işgal bir vahşetti. İşgal, bölgedeki Türklerin toptan imhasını öngörüyordu.

Mücadelenin düzenli ve teşkilatlı yürütüldüğü bölge ise, Kırcaali ve Rodop Dağının kuzey kısımları idi.

Kırcaali'ye, Türklerin maksatlarını anlamak ve hatta onları yatıştırmak üzere, İstanbul'dan içinde Rusların da bulunduğu bir heyet gönderildi. Görüşmelerde Türk Kuvayı Milliye reisleri "Osmanlı idaresinden başka bir idare altına girmeyeceklerini ve Osmanlı toprağında Rus askeri bulundukça silahlarını bırakmayacaklarını ifade ettiler(4). İşgale karşı mücadele veren Türkler, 2. Abdülhamit'ten silah ve cephane istediler, ancak alamadılar.

Osmanlı Devletinin desteğinden umut kesilince, 16 Mayıs 1878'de, Sultanyeri kazasının Karatarla köyünde (5) RODOP TÜRK MUKAVEMET HÜKÜMETİ kuruldu.

Dört kişilik bir kurucu heyeti olan (Ahmet Timirski, Hacı İsmail Efendi, Hidayet Paşa ve Kara Yusuf Çavuş) muvakkat hükümetin aynı zamanda otuz kişiden oluşan Temsilciler Meclisi de bulunmakta ve hükümetin egemenliği altında dört milyon Türk yaşamaktaydı(6). Hükümet yetkilileri bir yandan silahla mücadelelerini sürdürürken bir yandan da siyasi alanda mücadele verdiler. Hak ve hukuklarını kabul ettirmek ve korumak için Avrupalı devletlerin İstanbul'daki elçilerine birer muhtıra gönderdiler. Rus ve Bulgar mezalimini dile getirdiler. Hükümetin kurulduğu gün olan 16 Mayıs 1878 tarihinde, muvakkat hükümetin mührünü taşıyan muhtıra ile mücadele sebeplerini şöyle anlattılar (7):

"Avrupa devletleri, geçici olarak idare etmekte olduğumuz halkın niçin silaha sarıldığını sorup araştırmak zorundadırlar. Biz hiçbir şahsa karşı isyan etmiş değiliz. Silaha sarılmaktan maksadımız, kendi mal, can ve ırzımızı korumaktan ibarettir. Biz hiçbir meşru hükümete karşı ayaklanmadık. Kendi şahsi haklarımızı korumakla en tabi haklarımızı kullanıyoruz. Ayastefanos Andlaşma'sı, Paris Andlaşma'sını imzalamış olan devletlerin tasdikinden geçmedikçe hükümsüzdür. Ayastefanos Andlaşma'sının yerine bir yenisi konmalıdır. Bulgarların irtikap ettikleri cinayetler, tarif olunmayacak kadar büyüktür. İleri karakollarımıza silahlı bir kuvvetin yanaşmasını kabul etmeyiz. Bölgemizin ahalisi kamilen Türk ve Müslüman olduktan başka buraya, aramıza yüzbin Müslüman göçmen de sığınmış bulunmaktadır.

Ayastefanos Andlaşma'sından sonra Ruslar ve Bulgarlar memleketimizi istila ettiler. Biz ise hükümetsiz kaldık. Her ne kadar Osmanlı devleti bizleri Bulgaristan emanetine terk etmiş ise de, Avrupa devletlerinin tasdiki olmadıkça, Bulgar hükümetine meşru bir hükümet gözü ile bakmayız. Ruslar ve Bulgarlar girdikleri yerlerde sayısız mezalim ve ağza alınmayacak cinayetler işlediler. Mütecavizleri geri atmak için silaha sarıldık. Eğer biz geçici bir hükümet kurmamış ve bir zabıta heyeti düzenlememiş olsaydık, memleketimizde karışıklıklar çıkabilirdi. Bugün bölgemizde emniyet ve asayiş, Rus askerlerinin bulundukları yerlerde ise huzursuzluk ve karışıklık vardır.

Netice olarak Ayastefanos Andlaşma'sını şiddetle protesto ediyoruz. Müslümanların idare ettikleri yerlerle Rus ve Bulgarlar tarafından idare olunan memleket arasındaki büyük farkı görmek üzere kimi isterseniz gönderiniz. Meriç'in güneybatı tarafındaki topraklardan yeni Bulgaristan'a bir karış yer vermemenizi istirham ederiz. Çünkü idaremiz altında bulunan dört milyon Müslüman, işitilmemiş cinayetlerle ismini kirletmiş olan ve her vakit düşmanımız bulunan hükümete boyun eğmektense yok olmayı tercih ederler".

Mücadele veren Türkler, İstanbul"dan resmi olarak silah desteği göremeyince, ihtiyaçlarını çevredeki Türk birliklerinden temin ettiler. Şıpka kahramanı Süleyman Paşa'nın ordusundan da bazı nizamiye taburları muvakkat hükümet birliklerine katıldılar. Hükümetin silahlı kuvveti hakkında çeşitli sayılar mevcuttur. Fikir vermesi açısından bir kaynaktaki miktarları esas alabiliriz :

Piyade : 135.000; süvari : 86.000; mahalli zabıta : 15.000 (8)

Çirmen'de başlayan silahlı mücadele kısa zamanda Batı Trakya'ya ve Rodopların kuzeyinde, Lofça, Plevne, Tırnova'ya kadar yayıldı. İşgal kuvvetleri bir bir imha edilmeye başlandı.

Nisan 1878'de, Rodopları işgal etmek üzere 11 süvari taburu ve 7-8 Bulgar gönüllü taburu ile taarruz eden Ruslar, Kırcaali ile Mestanlı arasında, Türk milli kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı ve geri püskürtüldü.

Ayastefanos Andlaşma'sının Ruslara tanıdığı büyük kazançtan rahatsız olan Avrupalılar, Berlin'de toplandılar, Rus ve Bulgar kazançlarını azaltan Berlin Andlaşma'sını (13 Temmuz 1878) imzaladılar.

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında ise 8 Şubat 1879 günü, İstanbul'da imzalanan kesin barış Andlaşma'sıyla Ayastefanos Andlaşma'sının yerine Berlin Andlaşma'sının geçtiği kabul olundu. Buna göre; Berlin Andlaşma'sı ile Bulgaristan'a verilen topraklar ile yine bu andlaşmaya göre kurulan Şarkî Rumeli Vilayeti dışında; savaş sırasında Rus ordusunun işgal etmiş olduğu Osmanlı topraklarının hemen boşaltılması kararlaştırıldı.

Bu andlaşma mücadeleyi kısmen azalttı. Arda Nehri güneyi bölgesi; Batı Trakya; tekrar Osmanlı idaresine geçtiğinden bu bölgedeki Türkler silahlarını bıraktılar. Ancak Şarkî Rumeli Vilayeti sınırları içinde kalan Kırcaali, Ropçaz ve Devlen bölgeleri, yeni vilayet idaresini tanımadılar. Bölgedeki Bulgar çetelerinin Türklere karşı yaptıkları haksız saldırılara ve vahşete karşı, mücadelelerini sürdürdüler.

Şarkî Rumeli, Osmanlı Devletine siyasi ve askeri yönden bağlı, imtiyazlı bir vilayet haline getirilmişti. Valiyi Padişah tayin ediyordu, ancak vilayet içinde Türk askeri bulundurulamıyordu. Türk askerini yanında göremeyen Şarkî Rumeli'deki Türkler, bölgeden büyük ölçüde göç ettiler. Bulgarlar bu her iki durumdan da istifade ile Şarkî Rumeli'yi Bulgarlaştırmaya başladılar. Vilayetin alt yönetim birimlerini de ele geçirdiler. Son aşamada, 18 Eylül 1885'de bir darbe ile Padişahın tayin ettiği valiyi ve diğer idarecileri görevden alarak tevkif ettiler, Şarkî Rumeli'nin Bulgaristan'la birleştiğini açıkladılar.

Şarkî Rumeli Türkleri, bu darbeden ve emrivakiden sonra, bir müddet İstanbul'un ve diğer devletlerin alacakları tedbirleri beklediler. Bir şey yapılmadığını görünce, Bulgar idaresini tanımadıklarını açıklamak ve birleşme durumunu protesto etmek için faaliyete geçmeye karar verdiler. Filibe İslam Cemaatinin girişimi ile her liva ve kazadan seçilen Türk mebuslarını Aralık 1885 sonlarına doğru, Filibe'de kongreye davet ettiler. Ancak bu toplantının yapılacağını öğrenen Filibe'deki Bulgar yönetimi, Türk mebuslarının bir kısmını tevkif, bir kısmını da jandarma kuvvetiyle yerlerine gönderdi ve düşünülen kongre böylece gerçekleşmedi.

Muvakkat Türk Hükümetini kuran Kırcaalililer ve Rodoplular, 1880 başlarında Şarkî Rumeli Valisinin girişimi ile bu idareyi tanımışlar, ancak silahlarını teslim etmemişler ve Bulgar jandarmasını da bölgelerine sokmamışlardı. Bulgarların Doğu Rumeli'yi ilhakı üzerine, vilayetle olan ilgi ve münasebetlerini tekrar kestiler.

Rodop ve Batı Trakya Türklerine liderlik yapan ve Muvakkat Hükümeti kuran Hacı İsmail Ağa, bu durum karşısında bölgedeki Türklerle, Şarkî Rumeli vilayeti içinde kalan Hasköy'ü işgale ve Filibe üzerine yürümeye karar verdi ve gereken hazırlığı yaptı. Ancak Osmanlı idaresindeki Gümülcine mutasarrıfının tavsiyesi üzerine vazgeçti. Muvakkat Hükümeti ile Kırcaali ve Ropcoz bölgesini idareye devam etti. Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında 1 Şubat 1886'da, Şarkî Rumeli'nin Bulgaristan prensliğine verildiğini açıklayan bir anlaşma imzalandı, ki bu anlaşma 5 Nisan 1886'da Avrupalı devletler tarafından da onaylanmıştır. Bu anlaşma ile o tarihe kadar Şarkî Rumeli idaresine geçmemiş ve bu idareyi kabul etmemiş olan Kırcaali ve Ropcoz kazaları Osmanlı topraklarına bırakıldı. Böylece Nisan 1878'den beri haklı mücadelelerini, İstanbul'un hiçbir desteğini görmeden kahramanca sürdüren Rodop bölgesi Türkleri, 8 yıllık mücadelelerinin sonucunda, üç yüz köyün Osmanlı hudutları içersinde bırakılmasını sağladılar. Hacı İsmail Ağa gibi dirayetli bir liderin etrafında toplanan kahraman Rodoplular, mücadelelerini zaferle sonuçlandırdılar ve böylece tekrar Türk idaresine kavuştular.

1912 - 1913 BALKAN SAVAŞ'I SONRASI

Batı Trakya; Balkan Savaş'ının başında, 1912'de Bulgarlar tarafından; Osmanlı Devletinin Londra Andlaşma'sı ile Balkanlı devletlere bıraktığı geniş toprakların paylaşılmasından dolayı çıkan 2 nci Balkan Savaş'ı sırasında da (1913) Yunanlılar tarafından işgal edildi.

Balkan Savaş'ının başında müttefik olan Balkan devletlerinin, miras yüzünden birbirlerine düşmelerinden istifadeyle, Osmanlı devleti, 23 Temmuz 1913'de Edirne'yi geri aldı. Meriç Nehrine kadar olan toprakları kurtardı. Edirne'nin kurtarılışından sonra 3000 kişilik bir akıncı müfrezesi (9), Bulgar topraklarına girerek Habibçe, Harmanlı ve Hasköy bölgelerine akınlar yaptı. Bu, bir nabız yoklaması olarak görülmektedir. Ancak tahmin edilen tepki doğdu ve Bulgarların büyük devletlere şikayetleri üzerine bu müfreze Edirne'ye geri çekildi.

2. Balkan Savaş'ını sona erdiren 10 Ağustos 1913 Bükreş Andlaşma'sı ile Yunanlılar, Batı Trakya'yı tekrar Bulgarlara bırakmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle Yunanlılar, Batı Trakya'nın Bulgarlara tesliminde mümkün olduğu kadar güçlük çıkarmaya ve Batı Trakya işlerine Osmanlı Devletinin de karışmasını sağlamaya çalıştılar.

Müfrezenin geri çekilmesinden sonra, % 85 ahalisi Türk olan Batı Trakya'da, Bulgar çetelerinin Türklere zulüm ve tecavüzlerde bulundukları hususunda raporlar gelmeye başladı.

Edirne'yi kurtaran ordunun Kurmay Başkanı olan yarbay Enver (Enver Paşa) , Batı Trakya Türklerini Bulgar mezalimine karşı korumak üzere 16 Sb., 100 erden oluşan bir müfrezeyi, 15 Ağustos 1913'de, Eşref Kuşçubaşı'nın komutasında Batı Trakya'ya gönderdi. Edirne'den Ortaköy'e gelen müfreze, Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar çetesi tarafından vahşice şehit edilen 400 Türk'ün cesetleriyle karşılaştı. Müfreze kendiliğinden bu çete üzerine yürümeye karar verdi. 16 Ağustos 1913 günü KOŞUKAVAK civarında yapılan çarpışmada, Bulgar çetesinin 5'i subay olmak üzere 95'i esir edildi, üst tarafı dağıtıldı ve yok edildi. Çeteden ele geçirilen 1200 tüfekle, Koşukavak'ta bir milli tabur kuruldu ve Kamber Ağa isimli bir zat Koşukavak hükümet reisi olarak tayin edildi.

Müfreze ilerlemesine devam ederek 18 Ağustos'ta Mestanlı'ya çatışmasız, Kırcaali'yi ise 19 Ağustos'ta, bir Bulgar süvari alayı ile yapılan muharebeden sonra ele geçirdi. Kırcaali'de de 600 kişilik bir milli birlik kuruldu. Ayrıca Koşukavak'ta olduğu gibi Kırcaali ve Mestanlı'da da birer yerli hükümet reisleri tayin edildi (10). Böylece bu üç kazada can güvenliği sağlanmış oldu.

Eşref müfrezesinin Koşukavak'tan sonra Mestanlı ve Kırcaali'yi işgal etmesi, İstanbul tarafından hoş karşılanmadı ve daha ileri gitmemeleri emri verildi. Eşref Kuşçubaşı, bu emir üzerine, Edirne'de bulunan ve bu faaliyetler için kendisinden doğrudan emir aldığı Enver Beyle (Paşa) görüştü. Görüşmede bütün Batı Trakya'nın işgalini kararlaştırdılar (11).

Bu görüşme, Batı Trakya Türklerinin mücadelesine yeni bir dönem getirdi. Enver Beyin desteğiyle Batı Trakya'ya bir miktar daha birlik ve subay gönderilmesi sağlandı (12). Bunlar arasında, sonradan kurulacak Teşkilatı Mahsusa'nın reisliğini ve 1. Dünya Savaş'ında Irak Cephesi Komutanlığı yapan Süleyman Askeri Bey de bulunuyordu.

Yeni subayların ve iki bölüğün de Batı Trakya'ya geçmesiyle işgal altında bulunan bölgelerin kurtarılmasına devam edildi. Bulgar kuvvetleri ile kısa bir çarpışmadan sonra 31 Ağustos'ta Gümülcine, 1 Eylül 1913'de İskeçe kurtarıldı. Ferecik ve Sofulu civarında Bulgarlarla şiddetli çarpışmalar yapıldı. Meriç boyları Bulgarlardan temizlendi. Dedeağaç hariç -Yunanlıların kontrolündedir- bütün Batı Trakya milli kuvvetler tarafından kısa sürede kurtarıldı ve kontrol altına alındı.

G ümülcine'nin kurtarılmasıyla beraber 1 Eylül 1913'de GARBİ TRAKYA HÜKÜMETİ MUVAKKATESİ kuruldu. Reisliğine de Müderris Salih Hoca seçildi. Ayrıca bütün kazalarda da Muvakkat Hükümet Reisleri tespit edildi. Bu Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi'nin üstünde "Garbi Trakya Hükümeti İcraiyesi" kuruldu. Bunun başında da Genelkurmay Başkanı vazifesini görmekte olan Süleyman Askeri Bey bulunmaktaydı. Batı Trakya'nın Bulgarlara karşı emniyetini sağlamak için cephe komutanlıkları da kuruldu. Bunlarda doğrudan Gnkur. Bşk. Süleyman Askeri Bey'e bağlı idi. Böylece Batı Trakya'nın bütün yürütme kuvveti Süleyman Askeri Bey'de toplanmış oldu.

Batı Trakya'daki bu faaliyetler, işgal altındaki bölgelerin kurtarılması ve bir hükümetin kurulması, İstanbul'da ve Sofya'da tedirginlik doğurdu. Dış baskılar nedeniyle başlangıçtan beri bu işe olur vermeyen İstanbul, hükümet kurulunca, Batı Trakya'ya gidenlere, yurda dönmeleri için emir verdi. Batı Trakya idarecileri, geri dönme emrini Osmanlı Devletiyle maddi ilişkilerini kesmekle ve "Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi" nin bağımsızlığını ilan etmekle cevaplandırdılar (13)' ve Muvakkat Hükümetin adını da "GARBİ TRAKYA MÜSTAKİL HÜKÜMETİ" olarak değiştirdiler (14). Böylece 12 Eylül 1913'de, Batı Trakya'da yeni bir Türk Devleti daha tarih sahnesine çıkmış oldu.

Yunanlılar, bu devletin kurulmasını memnunlukla karşıladılar. Askeri yardım vaadinde bulundular. Bölgenin Bulgarların elinden kurtarılmasını menfaatlerine uygun buldular ve ellerinde bulundurdukları Dedeağaç 2 Ekim'de, Batı Trakya Müstakil Hükümetine devrettiler.

Yeni devlet başşehrini Gümülcine olarak kabul ve ilan etti. Ay yıldızlı, yeşil, beyaz ve siyah renkli özel bayrağını resmi binalara çekti. Pasaport sistemini, posta teşkilatını kurdu. Pul bastırdı. Sesini dışarıya duyurmak için Batı Trakya Ajansını kurdu. Türkçe ve Fransızca "Independant" adlı bir gazete çıkardı. Batı Trakya'nın Bulgarlara karşı savunulması için kuzeye yönelik savunma planı yapıldı ve kuvvetler, plan esasına göre tertiplendi. İstanbul'dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek, 500 sandık mermi getirildi. Ekim ortalarında bütçesini hazırladı. Buna göre 61.000 kişilik bir silahlı kuvveti besleyecek masraf bütçeye dahil edildi. T. Bıyıklıoğlu'nun tespitine göre devletin asker sayısı 30.000 civarındadır. Bunların da 6.000, Osmanlı Ordusundan gelenlerdir. Batı Trakya Müstakil Hükümeti, devlet çarkının dönmesi için gereken bütün organlarını kısa sürede tesis etti. Süleyman Askeri Bey tarafından yazılan milli marşını (15) kabul etti ve "Özgür" adli resmi gazetesini yayınlamaya başladı.

Ancak Batı Trakya Müstakil Hükümeti'nin siyasi ömrü uzun sürmedi. Bulgarlar kendilerine bırakılan topraklar üzerinde bir Türk Devletinin kurulmasını haliyle kabullenemediler. Başta Rusya olmak üzere diğer büyük devletlere şikayetlerde bulundular. Bunların Osmanlı Devletine baskıları sonucu, yeni devletin bekası tehlikeye düştü, ufkunda kara bulutlar dolaşmaya başladı. Öyle ki Rusya'nın, bu devlet söndürülmediği takdirde, Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurdurmak için faaliyete geçeceği yolunda tehditler savurduğu bile söylenmekteydi (16).

Neticede Bulgarlar, zayıf duruma düşmüş olan askeri kuvvetleri ile Batı Trakya'yı alamayacaklarını değerlendirdiklerinden, Osmanlı Devleti kanalı ile buralara tekrar sahip olabilmek için, Osmanlı Devleti ile siyasi ortam oluştuktan sonra anlaşma yoluna gittiler ve 29 Eylül 1913'de, Osmanlı - Bulgar heyetleri arasında İstanbul Andlaşma'sı imzalandı. Buna göre bütün Batı Trakya Bulgarlara bırakıldı.

Osmanlı Hükümetinin, İstanbul Andlaşma'sıyla Batı Trakya'yı bırakması, Batı Trakya'da şok tesiri yaptı. Batı Trakya Hükümetinin başındakileri ve halkı, Bulgarlara karşı silahlı mukavemetten vazgeçirmek ve teskin etmek üzere, andlaşmanın yapıcılarından olan Albay Cemal (Bahriye Nazırı Cemal Paşa) Ekim 1913 başlarında, İstanbul'dan Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe'ye giderek Bulgarların kan akıtmadan Batı Trakya'yı işgal etmelerini sağlamaya muvaffak oldu. Ekim 1913 ortalarında başlayan Bulgar işgali, olaysız, 30 Ekim 1913'de sona erdi. Batı Trakya Müstakil Hükümeti de 25 Ekim 1913'de kendini feshetti. Hükümet ileri gelenleri ile, subaylar ve birlikler İstanbul'a döndüler. Mevcut silah ve cephane, ,ileride yine Batı Trakya davası için kullanılmak ümidiyle saklandı.

Böylece bir Türk Devleti daha 55 günlük siyasi bir ömürden sonra tarih sahnesinden çekilmiş oldu.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA

Batı Trakya'nın Bulgarlara verilmiş olmasına rağmen Kur. Yb. Enver, Batı Trakya ile ilgisini kesmedi. Batı Trakya ve Makedonya işlerini yürütmek üzere, İstanbul'da "Muhacirin Müdürlüğü" kurdu ve başına da Kur. Bnb. Süleyman Askeri'yi getirdi. Birinci Dünya Savaşı'na kadar bu müdürlük kanalı ile ilgi sürdürüldü. Avrupa'da 1. Dünya Savaş'ına başlamasından sonra, 5 Ağustos 1914'de Savaş'ı Nazırı Enver Paşa "Teşkilatı Mahsusa" isimli gizli bir teşkilat kurdu ve başına Bnb. Süleyman Askeri'yi getirdi. Bu teşkilat bütün Müslüman memleketleri ilgi sahası içine aldı.

Bnb. Süleyman Askeri, Batı Trakya'daki Bulgar yetkilileri ile görüşerek, Sırplara ve Yunanlılara karşı, Osmanlı - Bulgar müşterek mücadele esaslarını tespit etti. Sırbistan ve Yunanistan Makedonyası içlerine, Türk ve Bulgardan oluşan gerilla timleri gönderildi. Bunlar önemli köprüleri tahrip ederek. bu bölgelerden gönüllü toplayıp Osmanlı Ordusuna göndererek, hizmette bulundular. Makedonya bölgesinde faaliyet gösteren Ütğm. Fuat (BALKAN), Avrupa cephesine çarpışmak üzere gönderilen Türk kolordularına 18 bin civarında ikmal eri sağladı (17).

Osmanlı Devleti savaşa girdikten sonra, yukarıdaki faaliyetler devam ederken; Batı Trakya'yı muhtemel Yunan işgaline karşı korumak ve savaş nedeniyle bölgedeki etkinliği azalan Bulgar otoritesinden fırsat doğduğunda kurtulmak için; 30 Temmuz 1915'de Drama'da BATI TRAKYA KURTULUŞ KOMİTESİ (18) kuruldu.

Teşkilatı Mahsusa Başkanı Süleyman Askeri'nin teşviki ile ve Ütğm. Fuat (BALKAN), Şakir Zümre, Cevat Beylerin liderliğinde kurulan bu komiteye, Osmanlı safında savaşa katılan Bulgarlar da; bölgenin Yunanistan eline geçmesini önlemek için; desteklediler. İskeçe, Kavala, Drama, Nevrekop ve Serez bölgeleri 1917 yılına kadar bu komite tarafından idare edildi.

Kasım 1916'da, yani savaş devam ederken, bölgeye 20 nci Türk Kolordusu gönderildi. Yunan ve Fransızlara karşı Bulgarlarla beraber MAKEDONYA Cephesi açıldı. Kolordunun gelişiyle beraber Batı Trakya Kurtuluş Komitesi yönetiminin gücü ve otoritesi daha da arttı. Kolordu Komutanı Abdülkerim Paşa yönetimi ele aldı.

27 Eylül 1917'de, İstanbul'dan gelen emirle, Abdülkerim Paşa'nın bölgeden ayrılması üzerine Batı Trakya Kurtuluş Komitesi kendisini feshetti (19).

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ

Teşkilatı Mahsusanın teşviki ile, Mondros Mütarekesini takip eden günlerde, 10 Kasım 1918'de, İstanbul'da "Batı Trakya Komitesi" kuruldu. Komitenin gayesi, Batı Trakya'yı kurtarmaktı. Komite, Bulgar yönetiminde bulunan Meriç'le Mesta - Karasu arasındaki bölgeden başka Mesta ve Ustruma Nehirleri arasındaki bölgeyi (Kavala, Drama ve Serez) de Batı Trakya olarak kabul etti ve ahalisinin çoğunluğu Türk olan Batı Trakya'da, Wilson prensipleri esaslarına göre, plebisit yapılmasını istedi. Batı Trakyalıların geleceklerini kendilerinin tayin etmesi gerektiği yolunda muhtıra yayınlandı.

Türk milletinin milli menfaatleri lehinde çalışan bu milli komitenin hemen arkasından Yunan ve yabancı parasıyla kurulmuş iki cemiyet daha ortaya çıktı. Bunlardan birincisi, Yunan meclisinde Trakya milletvekili olan, 6 Türk tarafından Ekim 1919'da kurulan ve Doğu ve Batı Trakya'yı Yunanistan'a bağlamak gayesini güden "Trakyalılar Birliği" veya "Trakyalılar Komitesi" idi. Ancak İstanbul Polis Müdürlüğünün gayretli çalışmaları bu vatansızların faaliyetine imkân bırakmadı, bir kısmı tutuklandı ve bir kısmı da kaçmak zorunda bırakıldı (20).

Yabancı nüfuzu ile kurulan ikinci kuruluş ise; Fransız himayesinde ortaya çıkan "İtilaf Devletleri Arası Muvakkat Batı Trakya Hükümeti" zamanında, Gümülcine'de kurulmuş olan "Batı Trakya Umumi Merkezi" idi, Bu merkez, Batı Trakya'nın Doğu Trakya ve Türkiye ile her türlü ilgisini kesmek gayesini gütmekteydi.

Birinci Dünya Savaş'ından yenik çıkan Bulgaristan; Barış Konferansının kararına göre; Batı Trakya'nın Karaağaç, Dimetoka, Sofulu, Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe kazalarını, 20 Ekim 1919'da boşalttı ve bu bölgeyi Fransız askeri makamlarının idaresine devretti.

Batı Trakya'nın Bulgarlardan boşaltılan kısımlarında Fransızlar tarafından" Müttefikler Arası Muvakkat Batı Trakya Hükümeti" kuruldu (Ekim 1919) ve bölge, bölge valisi olarak atanan bir Fransız generaline bağlandı. Hükümetin başına da Tevfik Bey isimli bir kişi getirildi. Bu kukla yönetimi Bulgaristan ve Yunanistan tanıdılar ve nezdinde elçilik kurdular.

Yunanistan'ın galip devletler nezdinde yapmış olduğu diplomatik faaliyetler sonucu, bu yönetimin kaderi ile ilgili bir referanduma gidilmesi kararlaştırıldı ve Mayıs 1920'de yapılan referandum, Batı Trakya'nın Yunanistan'a ilhakı şeklinde sonuçlandı. Ekim 1919'da kurulan bu yönetim de 7 aylık hayatiyetten sonra 23 Mayıs 1920'de tarih sahnesinden çekildi.

Yunanlılar referandumu kazanmak için 75.000 Osmanlı altını harcadılar ve bazı önemli şahsiyetleri de maalesef satın aldılar (21). Çoğunluk Türklerde olmasına rağmen, referandum Yunanlılar lehine sonuçlandı ve bölge halkı Yunan idaresini istiyor gözüktü ve bölge Mayıs 1920'de Yunanistan'a devredildi(22). Yunan ordusu 24 Mayıs 1920'den itibaren bölgeyi işgale başladı.

Ancak Türk halkı yılmadı ve mücadelesinden vazgeçmedi. Anadolu'da milli mücadele devam ederken, Batı Trakya Türkleri de Batı Trakya'da milli mücadeleyi başlattılar.

Batı Trakya'da milli mücadele için bazı hazırlıklar, bölgenin Yunanlılara verilmesinden önce başlatılmıştı. Çünkü neticenin bu şekli alacağı tahmin edilmekteydi. Hatta Atatürk, Batı Trakya'nın Bulgarlardan alınarak Yunanlılara verileceğini, 23 Temmuz 1919'da, Erzurum Kongresini açış nutkunda haber vermiştir.(23)

Nisan 1919'da İstanbul'da, Batı Trakya'daki faaliyetlerini düzenlemek üzere bir heyet toplandı .Albay İsmet (İnönü), Albay Galatalı Şevket, Karavasıf,Albay Seyfi (Düzgören) ve Yarbay Kemalettin Sami Colak Kemal - Korg. GÖKÇEN) den ibaret heyet, toplantıya çağrılan Yüzbaşı Fuat (BALKAN)'ı Batı Trakya'da silahlı mücadelede bulunmaya, silahlı bir kuvvetle Batı Trakya'ya geçerek Yunan işgaline karşı Türklerin ayaklanmasını sağlamakla görevlendirdi. İsmet Bey, bu maksatla hükümetten temin ettiği 4.000 lirayı Batı Trakya Komitesine verdi. Bunun 2.000 lirası da Fuat Bey'e verildi(24).

Fransızların kendilerine yardımı ve Türklere oyunu ile Batı Trakya'yı alan Yunanlılar, işgallerini 4 Haziran 1920 günü tamamladılar.

Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa'nın Batı Trakya ile ilgili verdiği direktiflerin ana hatları ise şöyle idi(25) :

"Batı Trakya'nın siyasi mukadderatı üzerinde yabancılarla yapılacak temaslarda uyanık davranılmalıdır. Batı Trakya'nın Türklerin elinde ve bir bütün olarak kalması ve münasip bir zaman ve fırsatta ana vatana katılması gayemizdir. Bu Türk vatan parçasının yabancı müstemleke olmasına razı olamayız".

"Batı Trakya için, baş vurulacak birinci çare, Batı Trakya'da ezici çoğunluğu teşkil eden kardeşlerimizin, milli teşkilatlarını geliştirip Wilson prensiplerine dayanarak haklarını istemeleri ve ilk adım olarak istiklâl veya muhtariyetlerini kazanmaya çalışmalarıdır."

"Fransız ve Yunan emellerine, asla muvafakat edilmemeli ve yabancı işgaline hiçbir vakit rıza gösterilmemelidir."

"Doğu ve Batı Trakya'nın bir mülki birlik içinde ifade ve ilanı doğru değildir. Doğu Trakya, itiraz ve münakaşa götürmez bir surette Türk vatanının bir parçasıdır. Batı Trakya ise, bir barış antlaşmasıyla vaktiyle, bırakılmış bir vatan kıtasıdır. Doğu ve Batı Trakya'nın ısrarla birliğini iddia etmek, Doğu Trakya üzerinde de, bazı yabancı iddialarına sebep olabilir. Doğu Trakya hakkında, hiçbir münakaşa, bahis konusu olmamalıdır."

Batı Trakya'nın durumu, 28 Ocak 1920'de son Osmanlı Meclisi Mebusanında kabul edilen Misakı Milli'de şu şekilde yer aldı :

"Türkiye sulhüne bırakılan Garbi Trakya vaziyeti hukukiyesinin tespiti de, sekenesinin (oturanlarının), kemali hürriyetle beyan edecekleri ârâya (oylar) tebaan vaki olmalıdır."

Fransızların Batı Trakya'yı işgalleri sırasında faaliyetini ve merkezini, İstanbul'dan Gümülcine'ye nakleden (Ekim 1919) Batı Trakya Komitesi, Batı Trakya'nın Yunanlılar tarafından işgali günlerinde de Gümülcine'nin kuzeyinde Hemitli nahiyesinde, 27 Mayıs 1920'de, BATI TRAKYA MİLLİ HÜKÜMETİ'Nİ kurdu. Bu hükümet Yunan işgaline rağmen varlığını Lozan Andlaşma'sına kadar sürdürdü. Halkı teşkilatlandırıp silahlandırdı ve Yunanlılara karşı silahlı mücadele verdi. Hükümet, Ankara'dan aldığı talimatlara göre hareketlerini yönlendirdi (26). Ankara hükümetinin bütçesinden Batı Trakya için tahsisat ayrıldı ve yokluğa rağmen bu tahsisat aksatılmadan gönderildi.

Mücadelede bölgedeki Bulgarlar da, Türklerin yanında yer aldı - Hükümette de iki Bulgar üye bulunuyordu - ve Yunanlılara karşı beraber çarpışıldı.

Gerilla taktiğiyle yürütülen harekât sayesinde(27) Yunanlılara çok zayiat verdirildi ve ayrıca Yunanlıların kayda değer miktarda kuvvetleri, Anadolu lehine bu bölgede tespit edildi.

Bu hükümetin Savaş'ıye Nazırlığını Yzb. Fuat (BALKAN), Kuvayı Milliye Komutanlığını da Bnb. Filibeli Rüştü (Korg. AKIN) üstlendi(28). Batı Trakya'da milli mücadele devam ederken, 25 Nisan 1922'de İstanbul'da, "Garbi Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti" kuruldu. Cemiyetin maksadı, doğuda Meriç, batıda Ustruma, kuzeyde 1912 Balkan Savaş'ından önceki Türk Bulgar hududu, güneyde Ege Deniziyle çevrili bölgenin, ahalisinin reyine müracaat suretiyle siyasi mukadderatının tayin ve tespiti idi.

Bu maksadın gerçekleşmesi için Lozan görüşmeleri öncesinde ve esnasında hem Ankara Hükümetine, hem de Avrupalı ülkelere müracaatlarda bulundular. Muhtıralar gönderdiler. Ancak Lozan Barış Andlaşma'sı bölgeyi Yunanlılara bıraktı.

LOZAN SONRASI

Lozan Barış Andlaşma'sıyla, Batı Trakya'da plebisit yapılması mümkün olmayınca, "Garbi Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti", andlaşma sonunda, ismini aynen devam ettirdi ve ihtilalci tedbirlere de başvurmayı karar altına aldı. Bu maksatla da gizli bir program kabul etti.

Cemiyet, maksadına bir an önce ulaşabilmek için Sovyetlerle işbirliği yapmak istedi ve 19 Eylül 1924'de Sovyet Sefaretine bir muhtıra verdi. Muhtıra'da; Sovyet yardımıyla, Bulgaristan elinde kalan Batı Trakya bölgesinde 10-15 bin kişilik silahlı kuvvet kurmak istediklerini; bu kuvvetin kurulması için tahminen yarım milyon, bir aylık masraf içinde 800.000 TL na ihtiyaç duyduklarını belirttiler. Ancak, bu muhtırayı alan Sovyet temsilcileri, cemiyet üyeleri ile temaslarını kesmişler ve bir daha görünmemişlerdi. Cemiyetin ihtilâl yoluyla Batı Trakya'yı kurtarma düşüncesi de böylece gerçekleşemedi. Dışardan yardım ve destek ümitleri sönünce, Batı Trakya Türklerinin son kurtuluş mücadele azimleri de kırılmış oldu. Ancak çileleri bitmedi. Bugün 180 Türk köyünde ve 58 karışık köyde (Türk-Yunan) (Harita-6) bekalarını devam ettirmeye çalışan Batı Trakya Türkleri, II. Dünya Savaş'ında Yunan Ordusuna 16.500 asker verdiler ve Yunanistan'ın İtalyanlara ve Almanlara karşı savunulmasında kahramanca çarpıştılar ve 4.450 zayiat verdiler.

1941 yılında Almanlar Yunanistan'ı işgal edince, Batı Trakya'yı da Bulgarlara işgal ettirdiler ve Bulgar vahşetine karşı Batı Trakya Türkünün, varlığını koruma mücadelesi tekrar başladı. Arkasından Yunanistan iç Savaş'ı başlayınca, bölgedeki Türkler Kralcıların en güvenilir elemanı olarak görüldüler ve Yunan komünist çetelerine karşı savaşa sürüldüler. 1946'dan 1949'a kadar hem Yunan hem Bulgar komünistlerine karşı çarpıştılar.

1949 yılında Yunan iç Savaş'ı komünistlerin yenilgisi ile bitince, bölgedeki Türkler, tekrar ikinci sınıf vatandaş gözüyle görülmeye başlandı ve aşama aşama bugünkü durumlara getirildiler.

Kaynak: www.westtrakien.com

Batı Trakyada 1920'den Bu Yana Milletvekili Seçilen Türkler

1 KASIM 1920:
Batı Trakyada 1920'den Bu Yana Milletvekili Seçilen Türkler

1-Müderris Hafız Ali Galip Gümülcine
2-Müderris Hafız Salih Efendi *
3-Arifzâde Arif Bey *
4-Hasan Abdürrahimoğlu İskeçe

16 ARALIK 1923:

1-Mustafa Ağa Gümülcine
2-Eminbeyzâde Hasan Bey Dimetoka
3-Müderris Hoca Mestan Efendi İskeçe

7 KASIM 1926:

1Müderris Hafız Ali Galip Gümülcine
2-Mustafa Ağa *
3-Şükrü Mahmutoğlu İskeçe
4-Haşimbeyzâde Fehmi Bey *

19 AĞUSTOS 1928:

1-Müderris Hafız Ali Galip Gümülcine
2-Cezayirli Muhtar Ali Rıza *
3-Niyazi Mumcu İskeçe
4-Halil Karaçanlı *

25 EYLÜL 1932:

1-Müderris Hafız Ali Galip Gümülcine
2-Mustafa Ağa *
3-Hatip Yusuf *
4-Hasan Abdurrahimoğlu İskeçe

5 MART 1933:

1-Müderris Hafız Galip Gümülcine
2-Mustafa Ağa *
3-İbrahim Demir Serdarzâde İskeçe
4-Hasan Abdürrahimoğlu *

9 HAZİRAN 1935:

1-Hatip Yusuf Gümülcine
2-Mehmet Mustafaoğlu *
3-Niyazi Mumcu İskeçe
4-Hamdi Hüseyin Fehmi *

26 OCAK 1936:

1-Müderris Hafız Ali Galip Gümülcine
2-Hamdi Hüseyin Fehmi İskeçe


31 MART 1946:

1-Osman Üstüner Gümülcine
2-Faik Engin *
3-Hüseyin Zeybek İskeçe
3- Osman Nuri Fettâhoğlu *

5 MART 1950:

1-Fehmi Otmanlı Gümülcine
2-Osman Üstüner *
3-Osman Nuri Fettâhoğlu İskeçe

9 EYLÜL 1951:

1-Osman Üstüner Gümülcine
2-Os. Nuri Fettâhoğlu İskeçe
3-Hamdi Hüseyin Fehmi *

16 KASIM 1952:

1-Yusuf Hasanoğlu (Molla) Gümülcine
2-Hasan Hatipoğlu *
3-Os. N. Fettâhoğlu İskeçe

19 ŞUBAT 1956:

1-Osman Üstüner Gümülcine
2-Yusuf Hasanoğlu *
3-Os. N. Fettâhoğlu İskeçe

11 MAYIS 1958:

1-Osman Üstüner Gümülcine
2-Yusuf Hasanoğlu *
3-Os. N. Fettâhoğlu İskeçe

29 EKİM 1961:

1-YusufHasanoğlu Gümülcine
2-Hasan Hatipoğlu *
3-Os. N. Fettâhoğlu İskeçe
1 KASIM 1963:

1-Yusuf Hasanoğlu Gümülcine
2-Hasan Hatipoğlu *
3-Os. N. Fettâhoğlu İskeçe


16 ŞUBAT 1964:

1-Hasan hatipoğlu Gümülcine
2-Yusuf Hasanoğlu *


17 KASIM 1974:

1-Yaşar Mehmetoğlu Gümülcine
2-Sebahattin Galip *


20 KASIM 1977:

1-Hasan İmamoğlu Gümülcine
2-Orhan Hacıibram İskeçe
3-Celâl Zeybek *


18 EKİM 1981:

1- Yaşar Mehmetoğlu Gümülcine
2-Ahmet Mehmet *


2 HAZİRAN 1985:

1-Mehmet Müftüoğlu Gümülcine
2-Ahmet Faikoğlu İskeçe


2 HAZİRAN 1989:

1-Sadık Ahmet Gümülcine

5 KASIM 1989:

1- İsmail Molla Gümülcine

8 NİSAN 1990:

1-Sadık Ahmet Gümülcine
2-Ahmet Faikoğlu İskeçe

10 EKİM 1993:
-
22 EYLÜL 1996:

1-Galip Galip Gümülcine
2-Mustafa Mustafa *
3-Birol Akifoğu İskeçe

9 NİSAN 2000:

1-Galip Galip Gümülcine
2-Ahmet Mehmet *

7 MART 2004:
1-İlhan Ahmet

Kaynak; www.westtrakien.com

Balkanlar'daki Türkler

Balkanlar'daki Türkler
Balkan Türkleri Balkanlar'da yaşayan Türklerdir. Balkan Türkleri, Edirne'deki Meriç Nehri'nin batı tarafında yaşayan Türklere verilen addır. Çoğunlukla Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Bosna Hersek, Sırbistan ve Arnavutluk'ta yaşarlar.
1800 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun batı sınırları


Tarih
Osmanlı Devleti'nın sınır politikası olarak Balkanlar'a yerleştirilmiş olan Anadolu yörüklerinden ve kuzeyden gelen Kıpçak-Kuman boylarından oluşan Türk topluluklarıdır. Bölge kültürüne katkıda bulunmalarının yanında, yılın belli zamanlarında komşu bölgelere akınlar düzenlemişlerdir.
93 Harbi ile çoğalan, Balkan Savaşları ile daha da kitleselleşen Müslüman (Türk, Boşnak, Arnavut, Pomak) göçü büyük acılara ve katliamlara sahne olmuştur. Lozan Antlaşması'nın ek protokolü ile Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi yapılmış, Türkiye ve Yunanistan'ın yurttaşları din esasına göre zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Türkiye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da oturan Rumlar, Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan topraklarına dair etnik grafik harita (1861)

Günümüz
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından mübadeleler ile bu Türklerin bir kısmı Türkiye'ye göç etmiş olsa da, günümüzde halen Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Kosova, Sırbistan ve diğer Balkan ülkelerinde Türk nüfusun yoğun olduğu yerler vardır.Türkçe ve bulundukları ülkenin dillerini konuşmaktadırlar.
1989 yılında Bulgaristan'daki zorunlu isim değiştirme vb. baskılar sonucunda Türk'ler başta İstanbul, Bursa ve İzmir olmak üzere Türkiye'ye göç etmiş, politika değişiklikleri sonucu bu göçmenlerin bir kısmı Bulgaristan'a geri dönmüştür.

Göç
Türklerin Bulgaristan'dan Göçü (1878-1994)


Türklerin Yunanistan'dan Göçü
Yunanistan bölgesinden Türk göçleri birkaç şekilde gelişmiş, bu göçler sonucunda bölgede bir zamanlar hatırı sayılır nüfus oranına sahip Türkler, günümüzde sadece Batı Trakya’da kalmıştır.
Batı Trakya’nın 1923 yılındaki nüfusu 191.699’dur. Batı Trakya nüfusunun 129.120’si Türk (%67), 33.910’u Yunan (%18), 28.669’u Bulgar, geri kalan nüfusunu ise Ermeni ve Yahudi topluluğu oluşturmaktaydı.[2]


Batı Trakya'daki nüfusun büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturması nedeniyle Batı Trakya Türkleri 1923-1924 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesinden muhaf tutulmuşlar ancak Lozandaki görüşmelerde, Mesta-Karasu ile Meriç Nehri arası Batı Trakya olarak kabul edildiğinden, Mesta ile Ustruma Nehirleri arasında kalan Kavala, Drama, Serez bölgelerindeki Türkler mübadeleye tabi olmuşlar ve Türkiye'ye gelmek zorunda kalmışlardır

Nüfus
Balkanlarda yaşayan Türk nüfusu günümüzde daha çok güneyde ve doğuda toplanmıştır.Bulgaristan Türk nüfusun en yoğun olduğu ülkedir.

Bulgaristanda yaşayan Türklerin nüfusu: 750.000-1.250.000 arasındadır
Makedonya yaşayan Türklerin nüfusu : 80.000-225.000
Yunanistan : 150.000-200.000
Romanya : 85.000-100.000
Kosova : 50.000-75.000
Bosna-Hersek : 25.000-50.000
Sırbistan : 20.000-30.000
Balkan ülkelerinde yaşayan toplam Türk nüfusu: 1.500.000 ile 2.250.000 civarındadır.

Adakale
Adakale, Kal`â ı Ada, 1968 yılında Demirkapı (Iron Gates) Barajı'nın suları altında kalana kadar Tuna Nehri üzerinde, bugünkü Romanya topraklarında yer alan ve üzerinde Türk nüfusun yaşadığı ada. Eski adı Caroline Adası, Romence adı Yeni Orşova dır.
Tuna Nehri'ndeki trafik ve ticareti kontrol eden ada, 1691 yılından Osmanlı Devleti tarafından fethedilmiş, 1878 Berlin Antlaşmasında kime teslim edileceginin yazımı unutulduğundan 1923 yılındaki Lozan Anlaşması ile Romanya'ya teslim edilene kadar bir Türk adası olarak kalmıştır. 1960'lı yılların sonlarına kadar 1000 kadar Türk'ün yaşadığı 160.000 m² yüzölçümündeki Adakale, Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtan bir yerleşim birimiydi. Üzerinde bir cami, bir Vauban stilinde inşa edilmiş bir kale, küçük bir Ortodoks kilisesi, pazar yeri ve birkaç kahvehane bulunmaktaydı. Adada yaşayan Türkler tütün ekimi, kayıkçılık ve ticaretten geçimlerini sağlarlardı. Ada baraj suları altında kaldıktan sonra adalıların büyük bölümü Türkiye'ye göç etmiştir.

Kaynakça
1. ^ a b c d e f g h i j k l m Eminov, Ali, Turks and Other Muslim Minorities in Bulgaria, New York, Routledge, 1997, Hoepken, W., "Modernnisierung und Nationalismus: Sizialgeschichtliche Aspeckte der Bulgarischen Minder hertenpolitik gegennüber den Türken", Schönfeld, R., ed, Nationalitätenprobleme in Südosteuropa, Munich, Oldenbourg, 1997, p. 255-303, Erdinç, Didar, "Bulgaristan'daki Değişim Sürecinde Türk Azınlığın Ekonomik Durumu", Türkler, Ankara, 2002, s.394-400.
2. ^ Whitman 1990, 1
3. ^ Öksüz 2004, 255.
Yunan illerindeki zavallı esirlerimiz 1921
Kızılay arşivi dosya no :1207- 1208 - 1291- 1295
Beynelmilel Kızılhaç Arşivi Dosya no:Mis.CR 00 57 ; Cr 00 57 Bis; 55-5/5 Bis;Fototek;65 5/66 ;
Genel kurmay Arşivi ATESE A:1-4

Batı Trakya Türkleri

Batı Trakya Türkleri, günümüzde, Yunanistan sınırları içindeki Batı Trakya bölgesinde yaşayan ve Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi çerçevesinin dışında tutulmuş Türk Müslüman toplumu için ve bu toplum ile doğrudan bağları mevcut Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının memleketlerini ve/veya kökenlerini ifade etmek için kullanılan tanımdır.
Yunanistan'ın resmî rakama göre Trakya'da 49.000 (Trakya'da yaşayan Müslüman nüfusu 98.000'nin yarısı)[1] ve resmî olmayan tahmine göre 130.000[2][3] Türk yaşamaktadır. Batı Trakyadaki Kültür ve Eğitim derneklerinin iddia ettiği rakam ise 150.000'dir.[4]

Tarihi
Günümüzdeki Batı Trakya Türkleri'nin kökeni Osmanlı fetihleri ile bölgeye Anadoludan yerleştirilen kökeni Oğuzlar'a dayanan Türkmenlerdir. Batı Trakya, Osmanlı Devleti tarafından 1363 yılında fethedilişinden ve bölgeye Türklerin yerleşmeye başlamasının ardından[5][6] 1913 yılında I. Balkan Savaşı ile Bulgaristan'a geçene kadar 549 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bölgeye 1357-1359 yılları arasından Anadoludan Türk göçleri yoğun bir şekilde gerçekleşmiştir. 1360 yılına ait belgelerde bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğin kurulmuş olduğu görülmektedir.

15 Mayıs 1922 tarihindeki Batı Trakya Müdafai Hukuk Cemiyeti'nin Ankara Hükümeti'ne muhtırası:
« Batı Trakya'nın geleceği halkının oyuna başvurarak belirlenmelidir. Bu bölgede Koşukavak, Eğridere, Kırcaali, Sarı Şaban kazalarında Türk'ten başka bir unsur yoktur. Gümülcine, İskeçe, Ahiçelebi, Drama, Kavala, Nevrekop'da da yüzde seksenden fazla yoğun bir Türk çoğunluğu vardır. Meriç'le Ustruma arasındaki Türk çoğunluğu yüzde yetmişi bulmaktadır. Toprağın yüzde seksen beşi Türklerin elindedir. Misaki Milli Batı Trakya'yı unutmamıştır. Milli Hükümet, Batı Trakya için nüfuzunu daha fazla kullanmalıdır »

Anadoluda Yunanlıların yenilgiye uğratılmasının ardından bölgede Yunanlılara karşı akınlar ve baskınlar 1923 yılının Temmuz ayına kadar sürmüştür. Ankara hükümeti tarafından 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması na giden Türk heyetine verilen direktifte Batı Trakya'nın geleceğinin plebisit ile belirlenmesine çalışılması idi fakat Lozan Antlaşması ile Batı Trakya Yunanistana bırakıldı. Lozan Barış Antlaşmasına göre Batı Trakya Türkleri milli değil, dini azınlık statüsündedirler. Antlaşmaya göre adlandırılmaları müslüman azınlıktır
1923 yılında 191,699 olan Batı Trakya nüfusunun 129,120 si Türk(%67), 33,910 u Yunan(%18), 28,669’u Bulgar geri kalan nüfusu ise az bir Ermeni ve Yahudi topluluğu oluşturmaktaydı.

1923 Yılında Batı Trakya Nüfusu




Batı Trakyadaki nüfusun büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturması nedeniyle Batı Trakya Türkleri 1923-1924 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesinden muhaf tutulmuşlar ancak Lozandaki görüşmelerde, Mesta-Karasu ile Meriç Nehri arası Batı Trakya olarak kabul edildiğinden, Mesta ile Ustruma Nehirleri arasında kalan Kavala, Drama, Serez bölgelerindeki Türkler mübadeleye tabi olmuşlar ve Türkiye'ye gelmek zorunda kalmışlardır.
Batı Trakya Türklerinin nüfus yapısı üzerinde büyük darbe oluşturmuş özel bir etken Yunanistan hükümetinin bu ülkenin vatandaşlık yasası metninde 1955-1998 yılları arasında muhafaza ettiği ve insan haklarına temelden aykırılık oluşturan "Madde 19" olmuştur. Bu madde kapsamında Yunan hükümetinin "etnik açıdan" Yunan olmayan Yunanistan vatandaşlarının vatandaşlığını feshetme hakkı baki kalmış ve Batı Trakyalı veya Oniki Adalı Türkler, ata topraklarına bağ oluşturan vatandaşlık haklarını bu madde kapsamında kaybetmiştir. Bu yasa 1998'de geriye doğru telafi imkânı sağlanmaksızın yürürlükten kaldırılmıştır [9].

Kaynakça
1. ^ a b "Muslim minority of Thrace", Ministry of Foreign Affairs
2. ^ a b Whitman 1990, i
3. ^ a b Levinson 1998, 41
4. ^ Western Thrace Minority University Graduates Association 2009, 2
5. ^ Sugar 1983, 320
6. ^ Panayi 1999, 50
7. ^ Whitman 1990, 1.
8. ^ Öksüz 2004, 255.
9. ^ Batı Trakya Türk toplumu Avrupa Federasyonu'nun basın bildirisi

Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti

Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti

"Tarih nankör değildir, bir hizmeti unutmaz;
İstikbalin vicdanı aşk istemez, kin tutmaz."

Batı Trakya Bölgesi hiç şüphesiz ki Türk tarihi açısından özel bir konum teşkil etmektedir. Osmanlı Devleti’nin Dağılma Dönemi’nde büyük ve orta ölçekli devletlerin bölge üzerindeki farklı stratejileri ve buna karşılık Türk Devleti’nin ve halkının bu oyunları bozmaktaki azmi Batı Trakya’nın tarihsel ve efsanevi boyutu hakkında bize bazı fikirler verebilir. Ne var ki günümüzde halen popülaritesini koruyan ve Türk-Yunan ilişkilerinde türlü dalgalanmalara neden olan Batı Trakya’nın tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde göze çarpan en önemli özelliği, Osmanlı askerlerinin ve bölge halkının kurdukları Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’dir.

Bağımsızlığını yeni kazanan Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı Devleti'ne sırayla Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın harp ilanları I.Balkan Savaşı’nın başlangıcını oluşturur. Yıllarca süren harplerin yorgunluğunu üzerinde hisseden Osmanlı Devleti bu savaşa hazırlıksız yakalanmıştı. İkmal ve Levazım Teşkilatı'nın bozuk olması,muharebe gücü yüksek, deneyimli 120 tabur askerin terhis edilip Anadolu'ya gönderilmesi, askerin beslenme sıkıntısı,aynı zamanda ordunun siyasete karışması sonucu komutanlar arasında oluşan anlaşmazlık ve Balkan devletlerinin birleşmesine ihtimal vermeyen Osmanlı Devleti'nin sorumsuzluğu bu savaşın aleyhimizde sonuçlanmasında belirleyici olmuşlardır. Osmanlı ordusunun kısa sürede dağılması, Ekim sonlarında Bulgaristan'ın Çatalca önlerine gelmesine ve Osmanlı Devleti’nin Makedonya’yla irtibatının kopmasına neden olmuştur.Sırpların Üsküp’e girmesi ve Arnavutluğun işgal edilmesi artık Balkanlarda söz sahibi olmadığımızın göstergesidir. I. Balkan Savaşı sonucunda 30 Mayıs 1913'te Londra Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklar Balkan Devletlerine bırakılmış, Bulgaristan Dedeağaç ve Kavala arasındaki toprakların sahibi olarak Ege Denizi'ne çıkmış ve Osmanlı Devleti'nin batıdaki tek sınır komşusu olmuştur. Osmanlı'dan aldıkları toprakların paylaşılması konusunda birbirleriyle tutarsızlığa düşen Balkan Devletlerinin farklı menfaat algılamaları II.Balkan Savaşı’nın temelini oluşturur. Romanya’nın da çatışmalara intikali savaşa geniş bir boyut kazandırmıştır. Sofya merkezli çıkan bu savaş Bulgaristan’ın fazlaca hırpalanmasına neden olacaktır. Bulgaristan’ın içinde bulunduğu açmazdan faydalanmayı bilen Osmanlı Devleti Türkler için namus demek olan Edirne’yi geri almıştır. bu savaş sonunda Osmanlı Devleti’yle Bulgaristan arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti’ne geri verilirken; Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında da Atina Antlaşması imzalanmıştır.

Batı Trakya, 1912'de Balkan Savaşlarının hemen başında Bulgarlar tarafından; II.Balkan Savaşı esnasında da Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Ancak II. Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Bükreş Antlaşması Batı Trakya'nın bir kısmını Bulgar Devleti’ne bırakırken; Yunan tarafı bu bölgenin teslimi konusunda olabildiğince sorunlar çıkarmış hatta Batı Trakya sorununa Osmanlı Devleti'ni de karıştırmak istemiştir. Yunanlıların bu şekilde düşünmelerinde haklı gerekçeleri olduğu kesindir. Batı Trakya'nın Bulgarlar tarafından işgal edilmesinden sonra bölge Rumlarını Bulgaristan'ın zulmünden ve kötü idaresinden koruma isteği ve son zamanlarda hayli toprak kaybetmiş olan Osmanlı Devleti’ni de bölge sorununa karıştırarak Batı Trakya’yı Türklerden daha kolay alabileceğini umması Yunanlıların politik tutumlarını yansıtır. İşte bütün bu hesapların içinde II.Balkan savaşında Bulgaristan'ın içine düştüğü güç durumdan yararlanan Osmanlı Devleti 23 Temmuz 1913'te Edirne'yi geri almış ve Meriç nehrine kadar olan topraklarını kurtarmıştır. Ancak Meriç nehrinin batısında kalan ve yüzde seksen beş gibi büyük bir oran teşkil eden Batı Trakya'daki Türk nüfusunun geleceği Bab-ı Ali yönetimince üzerinde düşünülmeye değer bir konu olmuştur.




II.Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin savaşa katılmaması konusunda sıkça nasihatlerde bulunan Batılı Devletler, Edirne'nin kurtarılışından sonra Osmanlı yönetiminden Meriç nehrinin batısına geçilmeyeceğine dair garanti almışlardır. Ordumuz bu kuralı hiçe sayarak Edirne'nin kurtarılışının hemen sonrasında 3000 kişilik bir akıncı müfrezesiyle Bulgaristan topraklarına girmiş, Habibçe, Harmanlı ve Hasköy'de akınlar gerçekleştirmiştir. Ancak nabız yoklama amacı taşıyan bu akınlar sonucu müfreze tahmin edilen tepkiyi görmüş ve Bulgaristan'ın Rusya ve Batının önde gelen devletlerine yaptığı baskı neticesinde Edirne'ye geri çekilmek zorunda kalmıştır. Tarihte 'Edirne Fatihi' olarak da bilinen Yarbay Enver, bu 3000 kişilik müfreze içerisinden 16 subay ve 100 erden oluşan 116 kişilik bir çete kurmuş ve Eşref Kuşçubaşı'nın emrine verdiği bu birliği talimatıyla Edirne'den Ortaköy üzerine göndermiştir. Birlik Ortaköy'e geldiğinde Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından katledilen 400 Türk'ün cesetleriyle karşılaşmıştı. Bunun üzerine Eşref Bey Bulgar katilleri bulup cezalandırmak için Koşukavak üzerine yürümeye karar vermiş ve 16 Ağustos 1913'te Koşukavak'taki çarpışmada Bulgar çetesinden 83 er, Domuzciyef'le birlikte 5 subay ve 6 kaptan tutsak edilmiş, geri kalan ise dağıtılmış veya yok edilmişti. Müfreze Koşukavak'ta milli bir tabur kurmuş, Kamber Ağa isimli bir kişiyi hükümet reisi olarak tayin etmiş ve burada durmayarak Mestanlı üzerine yürümüştür.18 Ağustos 1913'te Mestanlı muharebesiz olarak ele geçirilmiş ve ertesi gün kısa bir çarpışma neticesinde Kırcali de alınmıştı.Burada 600 kişilik milli bir tabur meydana getirilmiş; Mestanlı ve Kırcali'ye de birer hükümet reisi tayin edilmiştir. Sonuçta bu üç kazada da asayiş sağlanmış ve kazaların idaresi sadece Eşref Bey'in müfrezesine bağlanmıştır. Bütün bu gelişmeler İstanbul yönetimince hiç de hoş karşılanmamıştı ve birliğe daha fazla ileri gitmemesi emri verilmişti.Bunun üzerine Eşref Kuşçubaşı bağlı bulunduğu Enver Bey'le bizzat irtibata geçmiş ve Batı Trakya'nın tümünün işgalini içeren bir talimat almıştı. Ayrıca, Enver Bey bir grup subay ve askeri daha bölgeye takviye etmişti. Bu gönderilen birlik içerisinde sonradan Teşkilat-ı Mahsusa'nın reisliğini ve I.Dünya savaşında da Irak cephesi komutanlığını da yapacak olan Süleyman Askeri Bey de bulunmaktaydı. Böylece Batı Trakya'daki mücadele dönemi ayrı bir döneme girmiş oluyordu.Sağlanan bu taze güçle birlikte ‘yeniden fetih’ çalışmalarına devam edildi. 31 Ağustos 1913’te Gümülcine, 1 Eylül 1913’te ise İskeçe yeniden Türk’ün diyarıydı. Yapılan bütün bu çarpışmalar sonucunda Dedeağaç haricinde –o zaman Yunanlıların kontrolündedir- Batı Trakya işgal edilmiş ve Meriç boyları Bulgar unsurlardan arındırılmıştı.




Gümülcine’nin kurtarılmasından sonra Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurulmuş ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir. Ancak,Süleyman Askeri Bey Erkan-ı Harbiye ve Garbi Trakya Hükümeti İcraiye reisi olarak bütün yetkileri elinde bulundurmakla bu hükümetin de üzerinde bir otoriteye sahip olmuştu. Batı Trakya’nın işgalinin genişlemesiyle Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti’nin kurulması,Sofya ve İstanbul yönetimlerini şaşkınlığa uğratmış ve bu ilerleyişin büyük bir tehlikeye gebe olduğunu düşünen Büyük Devletler ise Osmanlı Devleti’ni uyarma yoluna gitmişlerdir. Dedeağaç haricinde Batı Trakya’nın tamamını kontrol altında tutan Türk kuvvetinin Dedeağaç üzerine yürüyecekleriyle ilgili olarak istihbarat aldıklarını söyleyen Batılı devletler Osmanlı’dan kuvvetlerini geri çekmesini istediler. Bunların doğru olmadığını vurgulayan Osmanlı yönetimi birkaç birliğin sadece askeri manevralar için Meriç’i geçtiklerini, herhangi bir işgalin söz konusu olmadığını belirtmiş ve bölgeye giden kuvvetlerin derhal geri dönmelerini emretmiştir. Ancak geri çağrılan birliğin önde gelenleri bölgedeki Türk halkının yeniden baskı, zulüm ve sefalet altında yaşamalarından yana değildiler. İstanbul yönetimince kendilerine tebliğ edilen emri hiçe sayarak Osmanlı Devleti’yle maddi ilişkilerini kesmekle kalmamış; Batı Trakya’da bağımsızlık ilan etmişlerdir. Netice itibariyle 12 Eylül 1913‘te Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla tarih sahnesine yeni bir Türk Devleti çıkmış bulunuyordu.






Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk Devleti siyasal yönetim açısından cumhuriyet rejimini temsil ediyorken Türk Tarihinin labirentlerinde bir ilki temsil ediyordu. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Kars civarında 1918’de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nden 5 yıl önce, Ulu Önderimizin 29 Ekim 1923’te kurduğu cumhuriyetten de 10 yıl önce fiiliyata geçmesi bakımından ilginçtir. Yeni Devlet, ay yıldızlı,yeşil,beyaz bayrağı kullanmıştır. Siyah matemi, yeşil Müslümanlığı, beyaz ise aydınlık günleri temsil etmekteydi. Ayrıca, cumhuriyetin ileri gelenleri amaçlarının ne olduğunu bildirmek ve seslerini dünyaya duyurmak için Batı Trakya ajansını kurmuşlar ve bununla ilgili olarak Samuel Karaso adında bir Yahudi’yi görevlendirmişlerdir. Türkçe ve Fransızca yayın yapan bağımsız anlamına gelen ‘’independant’’ isimli bir gazete çıkarılmış; hatta Süleyman Askeri Bey tarafından Batı Trakya için milli bir marş bile kaleme alınmıştır. Yunan ve Bulgar posta pulları geçersiz sayılmış ve yerine hükümet tarafından yeni pullar bastırılmıştır. Batı Trakya’nın Bulgarlara karşı savunulması amacıyla savunma planları yapılmış ve askeri kuvvetler buna göre tertiplenmiştir. İstanbul’dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek ve 500 sandık mermi getirilmiş,Ekim ayında ise devlet bütçesi hazırlanmıştır. Devletin asker sayısı 30.000 kadardır. Bunların 6.000’i Osmanlı askerlerinden,geri kalan 24.000 ise bölge insanından oluşmaktadır. Bütün bu gelişmeler bize devlet yönetim organlarının teker teker oluşturulduğunu gösterirken, Türklerin teşkilatçılık özelliğini bir kez daha ortaya koyar.

O sıralarda kadronun önde gelen isimlerinden biri olan Yüzbaşı Yakup Cemil kat edilen mesafeyi şöyle anlatır: ’’Balkanlara hızla girip,kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muuazzama derhal sadrazamın makamına koştular. Güya, Londra Antlaşması’nı tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız. Kim kimin toprağını işgal etmişti? İttihat ve Terakki’nin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey, Eşref Kuşçubaşı, Çerkez Reşid, Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık. Gümülcine, Kırcali, Dimetoka gibi yerleri bir bir geri aldık. Serez’e de el atıp Yunan hududuna dayandık. Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk.Avrupa ayağa kalktı. Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümeti’ni kurduk. Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik. Bayrağımız vardı, başkentimiz Gümülcine’ydi, pul bile bastırmıştık’’.

Bir tarafta kendi askerlerinin başarısı öbür tarafta hatırı sayılır devletlerin gelişmelere olan muhalefeti arasında sıkışıp kalan Osmanlı Devleti ve başından beri gelişen hadisleri kendi politik çıkarlarına aykırı bulan Bulgaristan yeni kurulan Türk Devleti’ni resmi manada tanımamışlarsa da Yunanistan bu devleti memnunluk içinde karşılamıştır. Bunun doğal sonucu olmalıdır ki, 2 Ekim 1913’te Dedeağaç, Yunanlılarca Türk Devleti’ne bırakılmıştır. Hatta Yunanlılar silah ve cephane yardımı bile yapabileceklerini belirtmişlerse de bunun sadece boş bir söz olduğu zamanla anlaşılmıştır.

Ne var ki, bütün bu hadiseler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kalıcılığını sağlayamamıştır. Bulgaristan’ın Batılı Devletler ve Rusya nezrinde yaptığı girişimler sonucu Osmanlı Devleti uluslar arası ilişkiler ekseninde hayli sıkıştırılmıştır. Bu baskılara daha fazla dayanamayan Osmanlı Devleti Bulgaristan’la 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlaşmasını imzalamış ve Batı Trakya’nın Bulgaristan’a ilhakını resmen onaylamıştır. Ayrıca, Batı Trakya Hükümeti üyelerinin ve bu hükümet yanlısı kişilerin İstanbul Antlaşması’na uymaları ve bu yoldan vazgeçmeleri istenmiş, bu kişilerin bölgeyi en geç 25 Ekim 1913 gününe kadar Bulgarlara teslim etmeleri için mühlet verilmiştir. Nitekim, 25 Ekim 1913’te Batı Trakya Müstakil Hükümeti kendini feshederken; İstanbul’dan gelen Albay Cemal Bey’in gözetiminde Bulgar kuvvetleri bölgenin işgalini 30 Ekim’e kadar sessizce tamamlamışlardır. Ancak, Devletin silah ve cephanesi ileride yeniden kullanmak ümidiyle saklanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin bölgeyi Bulgarlara bırakmasının nedeni bazı kaynaklarda İttihat ve Terakkinin iç politik çekişmelerinin sonucu olduğu şeklinde de geçmektedir. Şöyle ki, Osmanlı Devleti’nin yönetimini beğenmeyen Türk aydınlar birer birer Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ne akın etmişler ve Devlet yönetim kademelerinde yer almışlardır. İş, bu safhaya varınca kurulan yeni Devlet Osmanlı için potansiyel bir rakip durumuna gelmiştir. Ancak, olaya yalnızca “iktidar olma hevesi uğruna İttihat ve Terakkinin Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni gözden çıkardı” diye bakmak bizi yanlış sonuca ulaştıracaktır. Babı Ali baskınından sonra devlet kademelerinde görev alan İttihat ve Terakki üyelerinin basiretsiz uygulamaları ve yabancı devletlerin telkinlerine uyularak yürütülen bir dış politika böyle bir sonucun meydana gelmesinde belirleyici olmuştur. Ancak, Bulgarların silah gücüyle yıkamadıkları Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni başka bir Türk Devletinin aracı edilerek tarihten silinmesi Osmanlı Devleti üzerinde olumsuz tenkitler yapılmasına zemin hazırlamıştır. Netice itibariyle 55 günlük siyasi bir ömürden sonra Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin tarih sahnesinden çekilişi ve bölgenin Bulgarlara bırakılması Batı Trakya Türk Halkı üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştır. Hükümetin yönetici kadrosu İstanbul’a geri dönmüş olsa da Enver Bey imam, köylü ve iş adamı kılığında Teşkilat-ı Mahsusa ajanları göndererek Batı Trakya’da Türk kimliğini ve etkinliğini korumaya çalışmıştır. Yıllar sonra bakıldığında Enver Bey’in uygulamasının başarılı olduğu görülür. Türk-Yunan ilişkilerindeki Batı Trakya sorununa Yunanlıların tarihsel bir perspektiften bakıp, 1913’teki olayların analizini yapması radikal politik tutumları bir tarafa bırakıp ılımlı bir siyasa izleyeceğini zaman kanıtlayacaktır.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Ulusal Marşı
Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana,

Sen hayat verdin kanınla millî kurtuluş savaşına.
Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına,
Selam duruyor milletler senin şu millî bayrağına.

Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu.
Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu.

Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına,
Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına.
Yurtta hürriyetin, istiklâlin rüzgârı esiyor,
Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor.

Bu şanlı millî istiklâl savaşından asla dönülmez!
Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!

Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık.

Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!

Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.
Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır,
Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır.

Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak,yaşayacak!
Terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!

Ey şirin Batı Trakya!... İşte nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar!... Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak,
Su bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!

Süleyman Askeri Bey

Piyade Kurmay Binbaşı
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı
Dedeağaç, 3 Eylül 1913

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Resmi Vesikalar

VES. NO.13

[Mühür]
LİVA-İ GÜMÜLCİNE
HÜKÜMET-İ
MUVAKKATE

GÜMÜLCİNE LİVASI AHALİ-İ MAZLÜMESİNE

Bulgarların Türklerimize karşı göstermekte oldukları şeniane mezalim dolayısıyla sabırlarımız tükenerek bıçakta ve kucakta bulunan ma`sum halkı kurtarmak azmiyle Garbi Trakya`yı işgale mecbur kaldık. Fakat ahval`i hazıra-i siyasiyyemiz icabı hükümet-i Osmaniyye bizim bu harekatımızı muvafık bulmıyarak bizi men`e kalkışdı. Naçar harekete geçtik ve gülmülcüne livası Türklerini tahsile geldik. Maalesef bu kere de hükümetimizce avdetimiz kat`iyetle emr olunmaktadır. Başta Rus olmak üzere bazı tarafdarı hükümetler bizim bu hareketimizi mütareke ahkamına uygun bulmamaktadırlar. Halbuki burada bıcak altında can vermiş ve vermekte olan Türklerimizin hayat ve ismetleri hiçbir tarafdan taht-ı emniyet ve kefalete bağlanmış değildir. Buna fikir yoran da bulunmamaktadır. Bu sebebden ve bundan böyle biz emirlerimizi vicdan ve ilhamlarımızı akıl ve mantık ve besalet-i şahsiyyelerimizden almak ve ona göre harekete geçmek mecburiyetinden kalmış olduk.

İşte bu günden itibaren muvakkat olarak teşkil eylediğimiz hükümet-i muvakkatemizi Garbi Trakya hükümet-i müstakillesi namına tahvil ile i`lânı istiklâl eylediğimizi bilcümle hükümetlere ve âlem-i insaniyyete i`lân eylemekle fahr-u şeref duyduğumuz i`lân olunur. Teşfik ulu Allahımızdandır.

[Mühür] (Garbi Trakya Teşkilatı Millia Kumandanlığı)

Garbi Trakya müstakil
Hükümeti milli kuvvetler ve umum
Çeteler kumandanı: EŞREF
Umum müfettiş: HACI SAMİ
Harbiye reisi: SÜLEYMAN ASKERİ





VES. NO .14
GARBİ TRAKYA
UMUM MİLLİ
KUVVETLER
KUMANDANLIĞI
Aded 4

Fransızca Olarak Süleyman Askeri Bey

Tarafından Kaleme Alınmıştır

Düvel-i Muazzamaya Tebliğ Sureti

Asalet meab sefir cenabları

Bulgarların Türklere ve Müslüman kardeşlerimize yaptıkları mezalime gören ve feryad ve figanlarını işidenler bulunmadı, aldıran bile olmadı. Demet demet Müslümanlar doğranarak Koşukavak`ın Papaslı köyü deresinde hâlâ kokmakda ve taaffünden yanlarına varılamamakta olan sekiz yüzü mütecaviz boğazlanan bedbahtların kokusunu bile alan olmadı. Can gitti,ırz gitti, mal ise hesabda değil. Üstelikte geri kalan ihtiyar ve kadınlarla çocukların süngüler altında sürülerek kiliselere toplatılarak Hıristiyan yapıldıklarından da kimseler güya haber alamadı. Şenâatin her türlüsüne âdeta göz yumuldu. "İki el bir baş içindir" dedik, naçar silâhımıza sarıldık. Garbi Trakya halkını bu mezalimden kurtarmak için onları da silâhlandırdık. Allahımıza dayanarak ve benliğimize güvenerek bu günden itibaren islâmı, hıristiyanı, Türkü, Bulgarı aynı hukuka malik olmak şartiyle Garbi Trakya hükümet-i müstakillesini i`lân eylemiş olduk. Muvaffakiyet Allahdan.

Mühür: Umum Trakya
Hükümeti Milliye Riyaseti
1329
EŞREF


Kaynak: www.batitrakya.org

7 Nisan 2011 Perşembe

Trakya ve Balkanlarda Bektaşilik

TRAKYA VE BALKANLARDA BEKTAŞİLİK

Refik Engin
Önce Trakya’da Ehli-Beyte bağlı olan , tanıtmaya çalışacağımız bu tarikatların günümüzde bazı kişilerce ALEVİ olarak adlandırılması yanlıştır .

Günümüzde Trakya’da ehl-i beyte bağlı tarikatları iki bölümde inceleyebiliriz .Bunlardan biri Balım Sultan evveli Bektaşi erkânına bağlı olan  ocaklar ile  Balım Sultan erkanına bağlı olanlardır.
Diğeri ise Ehli Beyte bağlı olan Şeyh Bedreddiniler olarak inceleyebiliriz.

Hacı Bektaş Veli sonrası Bektaşiliği uygulayanlar , günümüzde Anadolu’da Trakya ve Balkanlarda halen devam etmektedir . Devam edenler içerinde Seyit Ali Sultan’a bağlı Kızıldeli Bektaşileri ile Abdal Musa erkanına bağlı olanlar bilinmektedir .
 
Balım Sultan  evveli Bektaşi  erkanı  uygulayan ,  Trakya’daki  Ehli Beyt tarikatları  şunlardır:
Seyit Ali Sultan  erkanı   uygulayan  Kızıl Deli  Bektaşileri ve aynı tarikatın evladiye kolu olan ,  Ali Koç Baba Bektaşileridir.
 Otman Baba ve Akyazılı Sultan Bektaşileri  Trakya’da Babailer  olarak bilinmektedirler.

Trakya ve Balkanlarda Hacı Bektaşi Veli sonrası Bektaşiler:

Seyit Ali Kızıldeli Sultan yolu erkanına bağlı  olan Er oğulları.
Eroğlu kavmi(Eroğulları)topluma verilen bu ad’a  sadece Mehmet Eröz’ün Alevilik ve Bektaşilik adlı eserinde  rastladık. Halk ise kendilerine DAĞLI   dendiğini söylüyorlar. Zamanla Eroğlu isminin yerine Dağlı sözü lakap olarak yerleşmiştir.

 Seyit Ali Sultan döneminde belli  bir zaman kabilenin tümüne Kızıldeli denmiştir.
Bu Yunanistan sınırları içinde olan Dimetoka kentinde bulunan Kızıldeli tekkesinden dolayı bu adı almıştır . Bu kabilenin bir kısmı ise Bulgaristan’daki Alvanar ,Veletler ve Küçükler köylerine yermişlerdir .
Yörede bulunan Kızıldeli ırmağı hem kabileye hem de Seyit Ali Sultan’a  lakap  olarak verilmiştir.
Kızıldeli Vakfı 1402 yılından  başlayarak çeşitli zamanlarda  bazı padişahlar tarafından varlığı kabullenilmiş ve gerekli yardımlar yapılmıştır.
Yıldırım Beyazıt zamanında  vakfın sınırları Büyük Viran bucağı,Tanrı bükü ve  Turfillu Viranı olarak kayıtlarda yer almaktadır .Sultan Selim zamanında ise vakfın sınırları Ak Viran ,Tatar Viran, Kavacık, Tatarlık mezraları olarak kayıtlara geçmiştir.
1927 yılında  Seyit Ali Sultan KIZILDELİ VAKFINA   bağlı  yirmi dört  köyün varlığı bilinmektedir. Bu köylerin isimleri şunlardır:

Kanberler   ,Ahlatçıköy  ,Yılanlı, Karaören , Kütükli ,  Mesimler ,.Encekköy ,Kirezli   ,Dervent  ,Armutlu, Aşağı Tekke , Ömerler , Pir Pınarları ,Hacı Bağı1, Sarp Dere,  Maskarlar, İmanlar,.Elebiler, Sucahla,.Büyük Dervent,Seçek sırtı,  Horasan Karısı, Ballıkaya,  Cuva koru, .Aşağı Mahalle,.Kuş Pınarı ve  Yazılı Taş’tır.

Bu listeye ilave olarak Kuşanlar ve Çilingirler köyleri de vardır. Bulgaristan’ın Kırcaali sanacağına bağlı  Ortaköy ,(İvaylov-grad)Yukarı ve Aşağı Yörükler köy  sakinleri bu topluma aittir.
Kızıldeli yolunu devam ettirenler, Dedelerini , Balım Sultanlılar gibi ehli olanlardan seçiyorlar .Bunların hala bu toplumun tümünü temsil eden bir lider seçemediklerini görüyoruz.
Kızıldeli ocağında halen AREN olarak adlandırılan bir  topluluk da vardır. Halk arasında AHREN veya AREN denilmektedir . Bu toplumun aslında Pomak Türklerinden bir gurup olduğu  söylenmektedir.

Bugün Marmara Bölgesinde tespit ettiğimiz Kızıldeli koluna bağlı  merkezler şunlardır:
Tekirdağ,merkeze bağlı Işıklar köyü, Malkara’ya bağlı olan köyler, Yeni Dibek, Sarı Polat,Yaylagöne, Edirne Uzunköprü’ye bağlı Kavak mahallesi,Meriç ilçesi ve Umurca, Nasuhbey, Feruzköy, Çöp köy,Akıncılar, Harmanlı,Çavuşlu, Maksutlu, Alibeyköy, Büyük  ve Küçük Altıağaç, Eskiköy Yakupbey, Çoban Pınarı, Türkobası ,Tevfikiye, Balaban, , İbriktepe, Yeniköy, Hıdırağa,Köşan Çiftliği,Musulca ve İskender köyleri Lüleburgaz’ın  Evrensekiz, Kırklareli’de İslambey,(Bulgaristan ORTAKÖY DEN GELENLER  kumrular ,İslambey ve orta köye yerleşmiş.) Kumrular ve İnece köyü de bu kabile  köylerindendir.

Bursa ilinde Ortaköy,Atıcılar ,İsmetiye ,(Kelesen)Gül Bahçe mahallesinde  3 adetdede ve 4 adet ocak vardır.
 Eminbey  Çiftliği mahallesinde de bir ocak bulunmaktadır . Yine Bursa ilinin  Orhangazi’ye bağlı Orta köy, Bursa’ya bağlı Kazıklı köyü,Yalova’ya bağlı Aşağı  ve Yukarı Kocadere,Gökçedere köyleri, İnegöl’e bağlı Kurşunlu, Kemalpaşa’ya bağlı Kumkadı,Bursa’nın Kestel ilçesi, İznik’e bağlı Kurşunlu da Kızıldeli yoluna bağlıdırlar.

 ALİ KOÇLULAR.
Bu kabilenin  Rumeli’ye  Seyit Ali Sultan ile birlikte  yerleştiği sanılmaktadır. Kabilenin kesin olarak kaç yılında  ikiye ayrıldığı bilinmemektedir .
Bulgaristan’da  Veletler ,Küçükler ve Alvanar köylerinde toplu olarak bulunuyorlarmış. İsliven e bağlı köyler imiş.
Bu kabileden olanların  bulundukları yerler ; Tekirdağ’ın Muratlı İlçesi,buraya bağlı Aydın Köy, Kırklareli’de, Devletliağaç, Umurça, Terzidere,Taş tepe(Tas tepe) Demirköy,Hamza Bey, Küçük Karıştıran, Evrensekiz, Sivriler.  Çorlu da Paşaalan, Çorlu ve Sağlık  mahallesinde toplu halde bulunmaktadırlar. Aynı toplumun Eskişehir’de Seyit Gazi’ye bağlı Büyük Yayla ,Bozhöyük  köyleri vardır.

BABAİLER .
Aslında Otman Baba ya bağlı olanlara verilen addır .Babailiğin Balkanlarda  16. yüzyıldan itibaren yayılmaya  başladığı sanılmaktadır.  

Çorlu’da  bulunan Babailer ise aslında  Balım Sultan evveli Bektaşiliği uygulayan Otman Babanın  uyardığı Bektaşilerdir.
Bedri Noyan Trakya da ve Balkanlarda Bektaşilik araştırmasında bu gurupların Bektaşi olduklarını delilleri ile ispat etmiş.
Trakya da Babailerin çoğunluğu Çorlu ilçesindedir. Edirne de  Köşan Çiftliği ile Lüleburgaz da Turgutbey , Pancarköy , Pınar başı, İğneler, Ahmet bey,Çorlu’da, Beyaz köy,Türkmenli, Türkgücü, Yenice ,Çanta, Çorlu da Kovacık Mahallesi. Tekirdağ merkezine bağlı Hüsunlu,   Gündüzlü ve Köse İlyas  köyleri ile İstanbul Çatalca’ya bağlı Çanakça  köylerine yerleşmişlerdir .

 İstanbul’un Zeytin burnu,Sefa köy ve Feruz köy de toplu halde bir arada bulunmaktadırlar. Burada başlarında  tarikatı yöneten liderleri vardır.


Babailerin geliş yeri Bulgaristan’dır. Alan mahalle, Pındıcak, Koşukavak, Koca kışla ,Güveçler, Koçaşlı,  Beyköy, Hasköy, Karamanlar, Bocuklu,Sürmenler Kararlar, Balolar, Elmalı  köylerine ilave olarak Kırcaali yöresinde  Babalar   köyünün   Dede mahallesi , Kayaaltı  (sürmenler).Mandacılar  köyleridir. Türkiye sınırları içinde Lüleburgaz a ve Çanakkale civarlarına da göç edenler olmuştur .

AKYAZILI SULTAN’a bağlı  olanlar.

Akyazılı Sultan :Bektaşiler arasında  yaygın bir söylentiye göre, Hacı Bektaş Veli ardalarındandır. 16.cı yüzyılda yaşamıştır. Asıl adı İbrahim’dir. Otman Baba’nın yol evladıdır. 

Tekirdağ iline bağlı  Çorlu ilçesinin ÇEŞMELİ köyünde bulunan AKYAZILI ya bağlı olanlar da Babailerden pek farklı değildir .
Bulgaristan’ın Varna  vilayetine bağlı Şumnu  ilçesinin Aşağı Kumluca köyü  halkının  Akyazılı erkanına  bağlı olduklarını biliyoruz . Akyazılıların bir kısmı  hala İstanbul’da Zeytinburnu ve Bahçelievler’de oturmaktadırlar. 1927 yılında Çeşmeli ve  Sel Veli çiftlikleri satın alarak ÇEŞMELİ köyünü kurmuşlar.
 Daha sonraki yıllarda  da buraya yerleşenler olmuş.  Hala Aşağı Kumluca köyünde akrabalarının var olduğunu  erkanlarını sürdürdüklerini söyleniyor .
Çeşmeli ve Sel Veli çiftliklerinin sahibi Ragıp Paşa imiş . Bu yörede  pek çok yerleşin yeri bu kişiye aitmiş .Akyazılar kendilerini Hazret-i Pire yani Hacı Bektaş a bağlı göstermektedirler .

Köken bakımından Bektaşi köyleri olarak bilinen Kara Hıdır, Bayramşah,Dambaslar, Kömür köy Midye Sinanlı,Sinan Paşa,Kırklareli’de Pınar hisar’ın Erenler köyü( köyün kökeni Kızıldelidir.Bildiri sunulduğu zaman tespit edilememişti)Bu köylerin nereden geldikleri tespit edilememiştir.
Tekirdağ’ın bazı köylerine Bulgaristan’dan gelip yerleşen  bazı guruplar köken olarak Bektaşi  olmakla beraber bu gün  Sünnileşmişlerdir.

Bunlar ,Bulgaristan’ın Karinabat  merkezine bağlı Hıdırfakı(Vezenkov) Yusuflu ,Malaniç, Rupça, Taşarası ve Sadova, Kiremitlik  köylerinden gelenler Bektaşi kökenlidirler. Bu gün Husunlu köyünde bu kökenden bazı aileler vardır. Bu merkezlerden  bazı aileleri  İsparta  ve Konya civarlarına  gönderilmişler. Bazı aileler  oralara yerleşirken  bazıları Tekirdağ  ve çevresine  bazıları da büyük merkezlere yeniden göç etmek zorunda kalmışlar. Bu gün Tekirdağ’a bağlı Husunlu köyünde bu kökenden bazı aileler vardır . Aynı zamanda bu köyde  Bulgaristan’ın Kocakışla köyünden gelip yerleşen Babailer de vardır .

AMUCA KABİLESİ VE  BABAGAN KOLUNA  BAĞLI  BEKTAŞİLER.

Trakya da Balım Sultan Erkanı uygulayan en büyük gurup AMUCA  topluluğudur. Trakya’daki Balım Sultan Erkanı’nı uygulayan Babagan kolu Bektaşilerin merkezi Tekirdağ’ın Kılavuzlu köyüdür. Amucaların ve Trakya Babagan kolu Bektaşilerini  temsilen   Kılavuzlu köyünde ikamet eden Halife Halil Tiryaki Baba’dır. Balım Sultan Erkanı’na göre Babagan kolu Bektaşileri şuan İzmir’de ikamet eden Dedebaba Ali Hayder Ercan ‘a bağlıdırlar.
Sayıca kalabalık olan çift tarikatlı olan Amucalar gelmektedir .Bu kabile 1868 den beri Bektaşi ve Şeyh Bedreddinin tarikatlarına bağlıdırlar . Bu kabile çift tarikatlıdır . 1868 yılında büyük bir kısmı Bektaşiliğe geçmesine rağmen hala küçümsenmeyecek bir kısmı kabilenin Şeyh Bedreddin tarikatına mensuptur .Amucların Doğu Trakya’da  1877 yılında yedi köyleri olması nedeni ile bu köyler civarlarına yerleşim daha fazla olmuştur . köylerin 24 tanesi Kırklareli iline iki tanesi Tekirdağ’a biri Eskişehir’e diğer iki adeti Balıkesir’e bağlı köylerimizdir. Bunlar Ertuğrul ve Köseler köyleridir . ( Kaynak kişilerin verilerine göre  kesinleşmemiş olmasına ramen  2003 yılında Eskişehir’de 3  Balıkesir’de 9 İzmit’te 2 köy adı tespit edilmiş.) Büyüklerimizin verdiği adlar ile Bu günkü Balıkesir iline bağlı Yenişar  köyü ve Şıpka köyü olması gerekmektedir .(Bu köylerin İzmit ilinde olduğu söylenmektedir ) Ayrıca Eskişehir’de bulunan eski adı Belören veya Beleren olan bu günkü adı Şükranlı köyünün de tamamı olmasa bile bir kısmının Amucalardan olduğu bilinmektedir . Ayrıca Meriç’in Harmanlı köyünde halen 20 hanenin  ,Bulgaristan’ın Harmanlı köyünden  gelip yerleştiği bilinmektedir .Trakya’da adını Bolca Ana Kadın evliyası olarak duyuran yeni adı ile Mutlu köyde Amucaların köylerinden  Dikencelilerin  var olduğunu , Bolca Ana ziyaretimiz sırasından  köy Muhtarı Naci Yardımcı’dan öğrenmiştim. (Bu kayıtta köy adının aslında Dikence değil Dikenlik olduğunu sonradan öğrendim .Dikenlik köyü Amucalardan değildir . Halk Dikence ile Dikenliğin aynı olduğunu sanması bizi yanıltmıştır .)
Buda bize göstermektedir ki Amucaların 1877 yılı göçü sırasında adını sanını bilmediğimiz pek çok köye ve büyük yerleşin yerlerine dağılmış oldukları sanılmaktadır .
Trakya haricinde kabilenin bir kısmının Bulgaristan’da olduğu bilinmektedir . 1989 göçünde  Türkiye’ye gelenlerin bazıları buradaki  köylerimizle irtibat kurmuş  çoğunluğu ise aradan uzun zaman geçmesi dolayısıyla yeni yerleşim yerlerine  gitmişlerdir .

Amuca Kabilesi köken olarak ERTUĞRUL  Gazi soyundan gelmektedir .İki köyünün adı Ertuğrul’dur. Tarih kayıtlarında   Amuga,Amuca,  ve  Amucalı  adları ile yer   almaktadırlar.

 Haleb Rakka ve daha sonraları Kayseri’de görülmüşler. Kayseri’de kabile Şeyh Bedreddini  tarikatına  bağlı iken Kırklareli’nin o zamanki adı ile KEŞİRLİK  bugünkü adı ile Kofcağız ilçesinin  Ahmetler köyüne yerleşiyorlar. Burada kısa zamanda içinde on  köy kuruyorlar. Kırklareli (Kırkkilise) kayıtlarında  bu 10 köyün bazılarının isimlerine rastlanılmaktadır . 
 En  eski kayıt 1491 yılında Malkoçlar köyü adına bulunmuştur.

Zamanın en işlek taş yolu(Halk arasındaki adı ile İpek yolu)üzerinde olan bu köyve diğer köylerimiz2.Mahmut döneminde Ahmet köyü tekkesinden tarikat liderleri  Bulgaristan’ın Yenişar (Gorno novo selo)köyüne göç ettirilmiş . Bu göç anında bir çok dağılmalar olmuş ve köy sayıları bu devrede artmıştır . Köylerin ne kadarında Amucaların olduğu bilinmemektedir .

Şeyh Bedredini Babaların tümü Bulgaristan’ın Yenişar köyü  kökenlidir .1877 yılında 33 adet Amuca köyü olduğu yaşlılarımızca söylenmektedir .Bazı köylerimiz Bulgaristan’ın yeni rejim döneminde  birleştirilerek büyük köyler oluşturulmuştur .
1877 yılı sonrasın da Trakya’da eski köylere ilave olarak 19 köy kurulmuştur .Bunlara ilave Anadolu’da kesinleşen köy sayımız 3 tür .(yukarıda ilaveler hakkında bilgi vardır )
Ayrıca Babagan kolunun 11 Halife Baba liderinin bir adeti Kılavuzlu köyünde bulunmaktadır .Bu köyden şimdiye kadar 2 Halife Baba ve 4 adet Mürşit yetişmiştir .
Ayrıca Şarköy ve Mürefte’de ki , Çorlu ,Muratlı’daki dağınık Bektaşilerde Kılavuzlu köyüne bağlıdırlar .Kırklareli köylerinin de  Bektaşilerinin bağlı oldukları yer Tekirdağ’ın Kılavuzlu Köyüdür .Şarköy ve Mürefte civarında bulunan Sarı Keçe Türkmenlerinin tamamı da Kılavuzlu köyüne bağlıdırlar .

Amuca Kabilesinin  köyleri :
 Tekirdağ’da Kılavuzlu ve Arzulu, Kırklareli‘de, Topçular, Malkoçlar, Beyci ,Aşağı ve Yukarı Kanaralar, Ahlatlı, Karaabalar, Ahmetler, Devletliağaç, Kapaklı, Tatlıpınar, Kocatarla,Koruköy ,Düzorman, Yörüklerbayırı, Kızılcıkdere, Deveçatağı, Karıncak, Çeşmekolu, Yenitaşlı, Yenibedir, Turgutbey,Umurca, ve Osmaniye, İstanbul’da Beşyüzevler, Taşlıtarla, İkitelli Parseller, Çorlu ilçesinin Reşadiye mahallesinde ikamet ederler.

Bunların 18 adetinde Bektaşi 7 adetinde ise Bedreddini tarikatına devam edenler vardır .Bazı köylerimizde ise Bedreddini Bektaşi beraber bulunmaktadır .Köylerimizin bazıların da ise aynı toplumun Sünnileşmiş mensupları vardır .
Amucalar ın Şeyh Bedreddini tarikatında  Baba ve dede seçilmesi.

1491 yılından bu yana (Bu rakam resmi evraklarda bulunan en eski kayıt esas alınmıştır)Amucaların  dini  görevini KARAOĞLU ABDAL AHMET BABA  soyundan gelen  iki kol  yürütmektedir.
Bu kişiler   Karaoğlu Abdal Ahmet Babanın  oğlu  Abdal Ahmet ve  Hacı Tahir’dir.
Baba adeti 2003 yılına kadar hala 4 olarak sınırlı tutulmuş .Bu 4 adet babanın Osmanlı dönemlerinde  ne kadar uygulandığını bilemiyoruz. Bu gün Abdallar kolu ile  Hacı Tahirliler  den ikişer baba bulunmaktadır. Bu gün 2002  yılın sonunda  Hakka yürüyen en kıdemli baba olan Kısmet Aktaş baba  bu sayının gerektiğinde arttırılmasında bir  sakınca  görmüyorum demişti .2002 yılı içinde ehlilere babalık vereceğini Kısmet Aktaş baba söylemişti .(Vefat evveli konuşmalarımızda)Bu  4 baba 7 yılda bir  hizmet tazeleme Şeyh Bedreddini erkanına göre yük indirme yapmaktadır.
Babalar soydan seçilmesine rağmen   kendilerine  MANEVİ SEYYİT  demektedirler. Bu konuyu Kısmet Aktaş baba  ile konuştuğumda,oğlum Refik, biz Amucalar Türkmen’iz  hiçbir zaman  bu yolu Arap seyitliğine dayanarak   yürütmeyiz demişti .Bizim Şeyhimiz Bedreddin de Seyyit değildi. Ama seyitten  el aldığı için biz de onun gibi  Manevi olarak bu yolda hizmet veriyoruz demişti.
Şeyh Bedreddinilerde nasip alma Abdal Musa Bektaşilerine benzemektedir. Erinin eteğine eşi tutunarak baba ya teslim olmaktadırlar Musahiplik  yoktur.

-SARIGÖLLÜLER-
SARIGÖL yöresinde ki halk Anadolu’dan gelerek buraya yerleşmiş. Bunlara KONYARİ  denilirmiş. Bektaşi olduklarından Karaman ve Konya dan buralara  gönderilmiş bu yöre halkı dil , gelenek ve inancını da taşımaktadır .

Sarıgöl  kazası Yunanistan’ın Kayalar sancağına bağlı  merkezlerdendir.

Bu ilçede 4 adet Bektaşi tekkesi bulunmaktadır . ilçe halkı Anadolu’dan gelip yerleşen göçmenlerdir . Bunlara KONYARİ de denir . Bu yerleşme Fütühat (Fetih) ile birlikte olmuştur . Bunlar dil ,gelenek ve göreneklerini olduğu gibi korumuşlar .Çoğunlukla  Bektaşi’dirler. 

SARIGÖL ‘e bağlı  köyler:

Erdoğmuş ,Karaağaç, Karacalar Durutlar, Topçular, İnobası,Bayraklı, Cuma, Haydarlı,  Cerelli,Okçular   köyleri gölün etrafını çevirmiştir.

Bu bölge MUSTFA KEMÂL ATATÜRK’ün annesinin soyunun  olduğu bölgedir.

Zübeyde Hanım aslen  Selanikli olmadığını ,babası Sufi Feyzullah Ağa’nın ise  Selanik e yakın Langezeli olduğunu belirttikten sonra ailenin kökenine ait şöyle yazıyor.

“Ailenin bağlı bulunduğu kök hakkında  bazı nakiller yapılmıştır.Bu nakillere göre Zübeyde’nin  ataları ,Rumeli’nin Osmanlılar  tarafından fethi sırasında  Anandolu’dan Rumeli’ye göçülen  ve batı Makedonya’daki  Vadina ilçesinin batı tarafındaki SARIGÖL bucağına yerleşen  Türkmen boylarındandır. Bu boyların  Anadolu’da  Konya ve Aydın tarafından bu topraklara  gelmiş oldukları sanılır. Feyzullah Ağa’nın atalarının da  Sarı göl den Selanik taraflarına  Langaze ye (Langada) göçmüş olmaları mümkündür. Ailenin içinde kendilerinin  eski Yörüklerden oldukları hakkında söylentiler vardır. Nitekim Mustafa da , daha ileride ve bağnazlık şekli almadan ,kendi atalarının eski Yörük-Türkmen aslından geldiğini bahsedecektir.”

Aynı eserde Mustafa Kemal’in anne ve Baba kökeniileilgili şu bilgileri veriyor .

Annesi Zübeyde Hanımın  Osmanlıların  Konya Karaman  bölgesinden  Rumeli’ye göç ettirerek  yerleştirdikleri Yörüklerden bir aileye   mensup olduğu anlatılır.
Dedikten sonra Zübeyde Hanımın ,fatih Sultan Mehmet döneminde  1466 yılında Karamanoğullarını ortadan kaldırıp  burdaki Yörüklerden  Rumeli’ye gönderilerek iskan edilen ailelerdendir. 

SARI KEÇELİ TÜRKMENLERİ-

Yunanistan’ın  Selanik iline bağlı Vardar nehri yakınında  bulunan  Gevgeli ilçesi, Nutya, Kara Sinanlı,Alçaklar,Vodina,  Kılkış , Mayadağ,Poroy köylerinden  mübadele ile  göç ettirilmiştir. Bu  toplum  Tekirdağ  iline bağlı  Köseilyas ve Semetli köylerine ilave olarak Şarköy ilçesinin ,Uçmak dere,Gazi köy, Hoşköy, Kirazlı,Çınarlı ,Yukarı  ve Aşağı Kalamış, Mürefte, İğdeli bağlar köylerine yerleşmişler. Bir kısmı ise İstanbul, Bursa,İzmir,Balıkesir,Çanakkale,Edirne ve Kırklareli’ne yerleşmişlerdir.

Bu yerleşim yerlerinde bulunanlardan hala Bektaşiliğe   devam edenler vardır . Bu topluma SARI KEÇELİ lakabı  giysilerindeki sarı renklerden dolayı verilmiş.
Yunanistan a Konya Karamana dan göç ettirildiklerini söylüyorlar. Bu göçün tarihi kesin olmamakla beraber Yavuz Sultan Selim zamanında olduğu  söylenmektedir. Halk arasındaki söylentilere göre  Çaldıran zaferi sonrası  sürüldükleri sanılıyor. Pek çoğu kendi toplumlarının lakabını maalesef bilmemektedirler. Çoğunlu hala  köylerde bulunanların Yunanistan dan geldikleri yerler ile anılmaktadırlar. Diğer Bektaşi gurupları gibi Horasan kökenli olduklarını söylüyorlar. Nutya köyü bu toplumun kalabalık olarak bulunduğu köylerden imiş.
Uçmak Der köyü ilk zamanlarında 700 haneye ulaşan bir muhacir  akınına uğrar .Zamanla buradan yukarıda belirttiğimiz  yerlere göç oluşur .
1975 yılına kadar  Sarı Keçeli Türkmenleri  Bektaşi yolu erkânını  kendi aralarından yetiştirdikleri  mürşitler ile yürütmüşlerdir.1975 yılında Şarköy e bağlı  Eriklice  Köydeki  Ali Baba Hakka yürüyünce  Sarı Keçeliler mürşitsiz kalmışlardır. O zamanlar  Tekirdağ’ın Kılavuzlu köyüne   gelip giden İstanbul da ki Bektaşi Babalardan Avni  Özöz  buraya geçici olarak ta olsa bir mürşidin  gitmesi için   Kılavuzlu köyündeki üç mürşide  teklif eder. 1983 yılında  Halife olan Cafer Baba ve Hüseyin Baba  kendi aralarında o yıllarda yeni Baba olan  Halil Tiryaki babanın  genç olduğu için   görevi   ona devrederler.
1975 yılından  2003 yılına kadar aralıksız Sarı Keçe Türkmenlerine  mürşitlik etmektedir.

Bu toplum  kendi arasında  1975 yıllarından evvel hızlı bir şekilde   Bektaşi erkanından uzaklaşması  Halil Tiryaki Babanın günümüze kadar çok zor şartlarda hizmet yapmasına yol açmıştır .Halife Tiryaki Babaya en büyük yardımıNafiz İnal Derviş yapmıştır .  Toplum kendi bireylerinden çekindiği için etraf köylerin de artan baskıları ile  yeni lider yetiştirememiş dıştan gelen mürşitlere  bağlı kalmıştır.

-KAYALAR BEKTAŞİLERİ-

Babagân koluna bağlı olan guruplar içinde yer alan bu toplum, günümüzde; Kırklareli,Keşan,Tekirdağ,Manisa ,İstanbul Sefaköy’de  toplu halde mahalleler   kurmuşlardır.  Bu  toplum  mensuplarının  tümü Bektaşi  kökenli Yunanistan’ın Kayalar kasabası ve çevre köylerdendir.

KAYALAR  kökenli bu toplumun 1400 yılı sonrası  Konya’nın YAZILAR köyünden Yunanistan’a göç ettiklerini söylenmektedir.
Bu yöre Türkleri 1923 mübadelesinde Anadolu Rumları ile değiştirilmiş . Eski yurtlarındaki tarihi tekkelerin kim bilir ne haldedir . Günümüzde ise yollarını unutmakla beraber kökenlerini inkar etmediklerini görüyoruz.

LANGAZA BEKTAŞİLERİ.

Babagan kolu Bektaşilerinin  bir kolu da  Yunanistan’ın  Langaza  ilçesinden gelenlerdir. Bozlu,Kılgıç,Kırepe  ve  Armutçu ,köyleri  bu toplumun tespit edilen köylerindendir. 

Edirne’ninKöse Ömer,Kırklareli’nin Ariz Baba ,Ulu Konak (Tekke Şeyhler)Koca Hıdır (Koca Hızır)köyleri de Bektaşi tarikatı köylerindendir .

MAKEDONYA BEKTAŞİLERİ.

Makedonya’nın KÖPRÜLÜ  kasabasından gelen Bektaşiler,erkan olarak Babagan kolu Bektaşiliğine bağlıdırlar. Muratlı ilçesinde Makedonya’nın Köprülü kasabasından gelenler, Çeltikçi ,Cumal’dan gelenlerin bir kısmı da hala  Tekirdağ’ın Kılavuzlu Köyüne bağlı olarak törelerini devam ettirmeye çalışmaktadırlar Makedonya’nın  Üsküp  sancağına bağlı  İştip  kasabasının, Kiliseli , Diğinler ve Hamzabeyli’ Tatarlı,Hacı Bekli,   Karaotmanlı, Koçular, köyleri de aynı    kökenlidirler.

Köprülü ve çevresinden gelip de  bu gün İstanbul’un Sefaköy’ü kuranlar yine aynı halkın mensuplarıdır. Ancak bu halkın çoğunluğu Manisa civarlarına dağılmışlardır.
Aynı yöreden gelen Muratlı ilçesine yerleşen Yıvanlı köylüler ise Sünni imişler. Yıvanlı köyünden gelen Bektaşilerinde olduğu biliniyorsa da köyün Sünni olarak adlandırılması büyük çoğunluğunun sünni olması ve daha sonraları Türkiye’ye geldiklerinde  yola devam etmemeleri göstermektedir.
 Tekirdağ’ın Kayı köyü ilk mensupları  köken olarak Bektaşi olmalarına rağmen bu gün ,Sünnileşmiştir.
Bulgaristan’ın KöseAbdi ,Asvalt köy ,Kayalık köylerinin Bektaşi kökenli olduklarını biliyoruz. Bu köylerin Bektaşiliğin hangi koluna bağlı olduğunu bilemiyoruz.
Edirne’nin Karababa ,Hıdırağa İskenderköy Kemal köy ve KarakOç köylerinin tarikatlarına devam edip etmediklerini bilemiyoruz .

TORLAKLAR ve  SARI SALTIKLAR .

Halen Bulgaristan’da ,Trakya ve Anadolu’da  çeşitli bölgelere göç etmiş olan TORLAKLAR ve SARI SALTUK müritlerinin hangi  yerlerde ikamet ettikleri ise  bilinmemektedir. Torlakların bir kısmı Kırklareli merkezinde ikamet etmektedirler.
Sarı  Saltık  müritlerinden olduklarını tahmin ettiğimiz topluluk hakkında kısa bilgimiz şudur .
12 adet köyleri olduğu ve yakın zamanda bunların  HANEFİ oldukları bilinmektedir. En büyük özelliklerinden  birisi Türklerin Rumeli’yi almadan evvel Balkanlara gelmiş olmalarıdır .Türkler  fethederken  gelip biz sizinle aynı ırktanız dedikleri için fetih zamanında bu 12 köye dokunulmamış. Madem ki bizdensiniz o halde çitlerinizi beyaza boyayın bizde bilelim demişler .Ve bu topluma tabi olanlara  ÇITAK  denilmeye başlanmış. Bu  Çıtak  lakabın tüm toplumu kapsamadığını  bize bilgi veren  kişinin anlatımlarından öğreniyoruz. Çünkü aynı toplumun  bireylerinin genellikle tarikata devam edenleri  ile devam etmeyenleri  arasında  kişisel de olsa ayrımcılık var olmuştur. Lüleburgaz’ın Çiftlik köyü (1912 yılında kurulmuş),Yaya başı,  ,Doyran ,ve Tekirdağ da Barbaros bu toplumun yerleştiği  köylerdendir. Ayrıca İstanbul ve bilhassa Kapalı çarşı tarafına yerleşilmiştir.

Bu toplum göç ederken  bu yörelere iki koldan gelmiş.Birinci kol :Uduva, Kaliskova Piriva(Pirivadi)Cestova,Kavukova .İkinci gurub ise, Pavuşli, Veyselli, Göreli,(Görice) Arazli,Bahçeli Doyran,Valandova, Kalkova, Piriştina, Milatkova .Kabilenin büyük ihtimalle KONYARLARDAN oldukları sanılıyor.

Haritalarda bu köylerin  Makedonya ,Yunanistan ve Bulgaristan topraklarında  olduklarını görmekteyiz.
Ayrıca Cem Dergisinin ekim 1999 yılı 94 .sayısının 32,33 sayfalarında Ahmet Hazerfen’in  Kızılbaş köyleri olarak  adlandırdıkları bizim Bektaşi olarak bildiğimiz  köyler , Silistri’ye bağlı Kızılburun ,Rahman ışık ,Eski Balabanlar ,Köseabdi Mumcular ,Arslanköy ,Ak Kadınlar ,(Dulova) Tutrakan köylerinde Denizler ve Karalar’dır .Bu köylerden göç edenlerin büyük merkezler haricinde  nerelere yerleştiklerini tespit edilememiştir .Aynı adlapek çok Bektaşi köyü olması dolayısıyla bir yanlışlığa meydan vermemek için adlarını belirtmek zorunda kaldık.
<< Her ne kadar küçük değişikler yapılmış ise de  köy adlarından tutun toplum adlarına varıncaya kadar değişiklik yapılmıştır .Bazıları 2001 Ankara kongresinde belirtilmiştir . Trakya ve Balkanlarda Bektaşilik araştırmamızda pek çok bilinmeyenleri yakın zamanda açıklamayı umuyoruz.)

Kaynak kişiler
1.    Ahmet Çilingir.1933  ilkokul .Yeniköy Edirne.
2.    Ali Akgül..Küçükler/Kotil.Bulgaristan.1920-1995.  İlkokul.
3.    Ali Günay.1955.Bursa..Lise.
4.    Emin  Gümüştaş.Yunanistan/Gümülcine.1941. İlkokul.
5.    Fazlı Ertekin.1946 .Ordu/Mesudiye.Üç yol. Üniversite.
6.    Hamdi Coşan.1945.Osmanlı /Tekirdağ. Öğretmen
7.    Hamza Koçerdin .Alvanar Bulgaristan/Türkiye.   1915-1997  ilkokul
8.    Kemal Özcan.1930 .Yunanistan Babalar köyü. İlkokul.
9.    Mehmet Şilli . Sarıpolat(Teslim)Malkara Tdağ.1951.Tıp Fak.
10.    Naci Yardımcı. İlkokul.Mutlu Köy.Bababeski Kırklareli. 1952.
11.    Nazmi  Güneş .1948.Tekirdağ.Grafik sanatçısı.
12.    TuranYılmaz.1944.Çorlu /Tekirdağ..İlkokul.
13.    Veli Ertunç.1957.Bulgaristan/Babalar Köyü.Lise.


BU ARAŞTIRMA  ULUSLAR ARASI ANADOLU İNANÇLARI KONGRESİNDE 23/28 EKİM 2000  TARİHİNDE  ÜRGÜP/NEVŞEHİR’ DE  BİLDİRİ  OLARAK   REFİK ENGİN   TARAFINDAN  SUNULMUŞTUR.

Kaynak: www.refikengin.com